Baş Kitabımız

Baş Kitabımız

Dostlarımız

Dostlarımız

Kütüphanemiz

Kütüphanemiz

Kitaplarımız

Kitaplarımız

Muhammet Bozdağ-İstemenin Esrarı

Pazartesi, Kasım 29, 2010

Esselamu aleykum...

Sizlere sayfalarını nurani bir iştiyakla çevirdiğim, bitmesini hiç istemediğim, her an yanımda taşımak ve kalbim karardığı an, açıp okuyarak rahatlayacağıma inandığım bir kitaptan bahsedeceğim...

Muhammet Bozdağ/İstemenin Esrarı; Kitap size varolduğunu bildiğiniz ama açmadığınız bir kapıyı aralatacak... Kitabı okuduktan sonra tavır ve davranışlarınızda farklılıklar göreceksiniz... Bazen istemeden de olsa yaptığınız hataları farketmenizi sağlayacak. Sevdiğiniz herkese hediye etmek isteyeceksiniz :) Benim gibi... Kesinlikle bu kitabın tüm kütüphanelerde yer alması gerektiğini düşünüyorum, eğer okursanız beni anlayacaksınız...

Sizlerle altını çizdiğim (böyle dediğime bakmayın her satır çok kıymetliydi) birkaç alıntı paylaşacağım...

* Güç bileğinizde yada beyninizde değildir; güç, şefkatli Sahibinize yönelen çaresizliğinizde, kalbinizin temizliğinde ve isteklerinizin içten olmasında gizlidir.

* Evrende rollerin üstünlüğü yada önemsizliği yoktur. Rolleri iyi yada kötü oynamak vardır.

* Siz elinizden geleni yaptıktan sonra, ilahî kaderin hakkınızdaki takdirini sabırla, rızayla ve şükürle karşılayın. Böylece Yaratan'la aranızdaki sevgi bağını korur, ikbalinizi açarsınız.

* Dua eden için Allah'ın çareleri bitmez. Allah izin vermezse en basit çözümü bulamazsınız. Allah dilerse en akla hayale gelmeyen çareyi keşfedersiniz.

* Eğer istediklerimiz bize sunulursa, bir zamanlar onlar için yalvardığımızı unutacak mıyız? İçtenlikle teşekkür etmeyi ihmal edecek miyiz? Yoksa elimizdeki ilahi emanetlere duyarsızlaşarak, onları kalbimizde değersizleştirecek miyiz?

*Başarmak için teknikler ve stratejiler gereklidir; ama yeterli değildir. Nice istek, başarıya, derin ruhaniyetin omuzlarında, tekniksiz, stratejisiz ulaştı. Nice stratejinin de sonu çökmek oldu.

* Bir çocuk "bugün hava yağmurlu" diye üzüldü. Yağmasaydı gezintiye çıkıp eğleneceklerdi.Oysa yağmuru istememek, o gün biraz olsun dolaşabilmek için zeminin ıslanmasını dört gözle bekleyen salyangozların biraz daha ağlaşmalarını dilemekti.

Keyifle okunmasını dilerim...

Bir Bahçe Düşü-Ali çolak

Cuma, Kasım 26, 2010


İsmi bile sizi alıp,baharın koynunda güzelce uzanmış bir bahçeye bırakabilir.Çeşit çeşit meyveler,eşsiz tatlar ve kokular...

Bunları okadar güzel betimleyip anlatıyor ki Ali Çolak, bir kere daha hayran kaldım kalemine.
Yalın bir dili var, uslup çok sağlam.Deneme nedir , okurken anlıyorsunuz.
Yine eskiye özlem var biraz,biraz bugün den var,biraz yarından.Edebiyat var,öykü var,edebiyat aşığı gençler var, "ah nerde o eski ustalar?" var... Var, gerçekten güzel şeyler var.
Denemeler her zaman farklı bir yerde olmuştur benim için.Çünkü bu tür,günlük hayata başka bir pencere açıyor.Sol elle iş yapmak kadar zor ve keyifli.Rutinlere getirilmiş bir sıradışılık...
Yürüme gibi doğal ve her gün istisnasız yaptığımız bir eylemi öyle bir sunar ki deneme size, yürümek için çıldırabilirsiniz.Deneme yazarlığı ise bir okadar zor.
Dağdalı cümlelerle değil ,yalınlığa sadeliğe kendi uslubunuzla sahip olarak yazılan denemeler harikulade bence.Bunu yapabilmekse ciddi bir emeğin ve zamanın işi.
Ali çolak bu tanımlamaya uygun.Ne abartılı söylemlerle iç bayar, ne de uslupsuz bir yazar.
Kalemiyle güçlü,uslubuyla farklı. Düşünün, söz konusu olan,önünden geçip gittiğimiz bahçeler.
Bahçelerle ilgili o kadar çok yazmış olan yazar ve şair mevcutmuş ki ! Yahut bir ayva mesela.
İlhan Berk'in ayvayla olan dostluğunu ben nereden bilirdim? Deneme ama nasıl deneme...

Sıradan olay ama nasıl sıradan? Okadar çok şey söylenmiş,bunları bir bir sıralamış Ali çolak. Hayran olunası değil mi? Haksız mıyım?
Ben şahsen çok seviyorum denemelerini. Eğer deneme sevenlerdenseniz,ısrarla tavsiye ediyorum.

E ben sevdim,eller alsın ozaman :)

Kayıp Gül - Serdar Özkan

Perşembe, Kasım 25, 2010

merhabalar,

şu an hakkında yazmak istediğim kitap, yanda  gördüğünüz üzere 'Kayıp Gül'.. bir arkadaşımın rafında görüp kapağının cazibesine kapılmıştım ( o kitapta yan taraftakindeki gibi beyaz bir blok yok).. her ne kadar 'uluslararası bestseller' ifadesine şüpheci baktıysam da bir okumak lazım diyerek ödünç aldım.. kapaktan ve 'bestseller' ifadesinden sonra dikkati cekense kitabın arkasına, önüne yani müsait görülen her yere beklentiyi yükselten bir sürü olumlu yorum yazılmış olmasi.. almanya'daki kitaplarda bu yillardir yapiliyor.. arka kapakta 2-3 lafina sözüne itibar edilen kisi veya gazete-derginin olumlu eletirisine yer veriliyor.. ama abartmayi seven bizim milletimiz bu konuda da vurmakla kalmayip öldürüyor.. 2-3 sayfa övgü dolu sözler, hepsini pespese okuyunca zannedersiniz ki dünyanin en önemli kitabini elinizde tutuyorsunuz.. daha önce okudugum 'Bir Gün' isimli kitaptada bu böyleydi, 'Kayip Gül'de de öyle.. haliyle bu kadar övgü dolu sözlerden sonra sizin de beklentiniz yükseliyor.. ve maalesef cok satsin diye yerlestirilen onca övücü yorumlardan sebep, sonuc hayal kirikligi oluyor.. bu yüzden sevgili yayinevleri, illa ki yapacaksaniz bu isi bir iki degerli yoruma yer verin yeter, gerisini okuyucuya birakin lütfen!!

gelelim kitap hakkinda söylemek istediklerime.. kayip gül, akici bir üslupla yazilmis ve cabucak bitiyor.. kitapta cevresinin etkisinde kalan ve zamanla artik kendini kendisi yapanin cevresi ve popülaritesi olduguna inanan ve onlarin beklentilerine göre yasamaya baslayan bir genc kizin 'kendini bulma' süreci anlatiliyor.. bu sürecte en büyük rolü annesi oynarken, gül bahcesine yolculuk ve dinledigi hikayeler de bu yolculuguna ivme kazandiriyor..

Kayip Gül'ü kiyaslandigi kitaplarin (Kücük Prens ve Simyaci'nin) cizgisinde ve hatta onlarin etkisinde diye nitelendirebiliriz.. ama onlarla boy ölcüsecek bir yetkinlige sahip oldugunu düsünmüyorum.. evet konusu güzel, güzel bir hikaye icinde de anlatilmis verilmek istenen mesaj.. ama yeterince ustaca islenememis.. birazdan paylasacagim güzel cümleler ve ifadeler mevcut olsa da, daha carpici ve vurucu olmaliydi 'kendini bulan' bir insanin öyküsü.. bu yönüyle beklentisi ve citasi yüksek okuyucuyu tatmin etmeye yetmedigini düsünüyorum ve kitap hakkindaki okudugum diger yorumlardan da bunu cikariyorum.. ama cok fazla okumayan, belki okumaya yeni baslayanlar begenerek okuyabilir.. hatta onlara tavsiye edilir..

kitap bana ait olmadiginda altini cizemedigim bir kac cümeyi de paylasmak isterim buradan :)

* kendini özel hissetmek icin ihtiyacin olan tek sey kendinsin.

* (pervanenin) isiga dogru telasla kanat cirpmasi, onu cepecevre kusatan losluga bir isyandi sanki. belirsizlige isyandi. isikta eriyip gitmeyi bir ömür boyu karanlikta ucmaya tercih etmisti o.
  

* görmek icin sadece gözlerimi kullansaydim, kaybolurdum karanlik dünyanizda.
 
* resim yapiyordum zaten, sorun zamansizlik degildi. sorun yaptigim her yeni resmin bir öncekini aratiyor olmasiydi. sonucta, ben de her ressam gibi, tuvale icimi boyuyorum. bu boyanin her gecen gün solgunlastigini fark etmeye baslamistim. eski renklerim icin ayrilmak zorundaydim kisacasi.


* "sonunda kendimden baska bir sey icin sevilerek cezalandirilmak istemiyorum"
   "ne? kim kimi neden seviyor ve kimi cezalandiriyor?"
   "eger benden harvard'da okudugum icin hoslanacaksa, hic hoslanmasin daha iyi. ben egitimim   

    degilim cünkü. zekam degilim, iliskilerim degilim, isim degilim. bunlarin toplami da degilim."
   "kim oldugunu biliyor musun peki?"
  "ben sadece.. ben sadece benim."

* kimi insanlar tanri'nin gündelik meselelerimizle ilgilenmeyecek kadar büyük ve yüce olduguna inanirlar. oysa O büyük ve yüce oldugu icin bizim en kücük meselelerimizle dahi ilgilenir.


mutlu günler efendim :)

Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır?

Çarşamba, Kasım 24, 2010

Esselamu aleykum...

"Bülent Akyürek/Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır" Bayramda misafir molalarında okuduğum kitap. :) Kitap akıcı üslubuyla sizi sarıyor. Yazar düşüncelerini katı ama sempatik bir dille ifade ediyor. Gülümserken düşündürüyor...

Yazarımız hakkında beni şaşırtan ve utandıran bir bilgiden bahsedeceğim.. Yazarımız 35 yıl ateist olarak yaşamış, yaklaşık 5 yıllık iman bilinciyle de bu kitabı yazmış... Etkilendim, Rabbim hidayetini artırsın... Meal bilgisi çok kuvvetli, kitapta sık sık rastlayacaksınız... Okunasıdır...


Altını çizdiklerimden tadımlık :)

* "Allah affetsin."  diyerek kendisini anında bağışlayan insan, üç kuruş alacağı için borçlusunu bağışlıyor mu acaba?..

* Namaz; namaz kılan kişiyi tövbeye, tövbeyle birlikte de doğru yola yönlendirmeyi garantiler. Tövbe ve doğru yola girmekle birlikte kaygı, endişe, çatışma ve suçluluk duygularından arınacaktır...

* İnsanların aksattıkları ibadetlerine baktığımızda bütün bahanelerinin rızık probleminden kaynaklandığını görüyoruz. Göktekileri bırakıp yerdekilere tutundukça da sorun çözülmeyecek. Rızık için korkup titrediğimiz zaman Allah'a olan imanımızı sorgulamak gerekiyor...

* Türban yasağı insan hakları ihlalidir. Kafasına türban takarak üniversiteye giden bir erkeğin hukuksal bir sorunu olamayacağına göre bu iş sadece kadınları bağlıyor! Her halta "Kadın hakları!" diye çığırtkanlık yapıp sokaklara dökülen kadın dernekleri, morumsu çatılar, aydın solcular neredeler?...

* İbadet etsin diye yaratılan insanoğlu asıl işini, namazı terk ederse ona insan denir mi?...


                                                                                                                                      Keyifli okumalar...

İyi Günde Kötü Günde Evlilik

İyi Günde kötü Günde Evlilik - Hekimoğlu İsmail
 

"Evliiğin gayesi hayırlı evlat yetiştirmek, haramlardan korunmak, mesut olmak ve yalnızlığın ıstırabından kurtulmaktır."


"Kadının da erkeğin de en büyük hakkı ve sorumluluğu insanca yaşamak ve kibar olmaktır."

"Eşine köle olanlar onu kendisine köle etmiştir. Karşımızdakinden iyilik istiyorsak evvela biz iyi olalım."

"Tebessüm etmesini bilen, eşini tenkit etmeyen, eşinin akrabalarına iyi muamele eden, dargın durmayan ve yüksek sesle konuşmayan hanımdan veya erkekten eşi neden soğusun?"

"Eşi için ruj sürmeyen kadın, dışarıya çıkarken kimin için ruj sürüyor?"

"Erkek ve kadın birbirini güzel sözcüklerle çağırmalı. İslam'da edep, hürmet ve saygı esastır."

***

Hekimoğlu İsmail'in yazınsal açıdan göze çarpan bir üstünlüğü yok ama sözleri yine de yerine ulaşıyor. Samimi söylenen söz hedefini bulur derler ya, bence Hekimoğlu'nun kaleminin gücü de samimiyetinden geliyor. Kitaplarında sanatsal, ağdalı hiçbir ifadeye rastlamıyorsunuz. Ne söylemek istiyorsa onu söylüyor, bunun için kaç kelime gerekirse o kadar kelime kullanıyor. Kendi için ya da sanat için yazmıyor, hizmet için yazıyor. Bence onun sanatını da en iyi bu cümle özetliyor.

Öneri: Evli olanlar yada evlenmeyi düşünenler, evliliğe bir şekilde kafa yoranlar için başucu kitabı olmalı bu eser. Kendiniz satın alın, altını çize çize okuyun ve muhakkak kütüphanenizde bulundurun derim.

Mevlana


İskender Pala - Mevlana

İskender Pala'nın edebi dilinin güzelliğini bilmeyen, o dilin içinde kendini kaybetmeyen yoktur herhalde. Eğer hala bir İskender Pala kitabı okumayanımız varsa, aciliyetle tavsiye olunur.

Bu kitabı, Mevlana'yı bir de İskender Pala'nın dilinden okumak arzusu güderek almıştım. Bu isim, aslında bir kitabı satın almama yetiyor elbette. Bir de bütün dünyanın tanıdığı Mevlana, İskender Pala'nın dilinde buluşunca okumak kaçınılmaz oldu.

Kitabın bana göre tek eksiği, kısa oluşuydu. Kitaptan aldığınız haz, damağınıza bıraktığı o enfes tat, hevesinizi kursağınızda bırakıyor. Dil olarak kitap okuyan kesimler tarafından kolayca anlaşılabilir bir yapıda.

Kitapta ilk olarak Mevlana'nın şiir tadında kısa bir hayatını okuyoruz. Öyle derinlemesine inen, hayatıyla başbaşa bırakacak şekilde değil. Mevlana'nın kısa hayatından sonra Mesnevi'den alıntılar yapılmış. Kısa, tatminkar ve de düşündürücü hikayeler, akıcı bir üslupla kalemin ucunda hayat bulmuş adeta.

Daha sonra gazellere yer vermiş yazarımız. Mevlana'nın sürekli söylediği ve Çelebi'nin yazmakla yetiştiremediği o müstesna gazeller... Her biri ayrı bir esinti hissettiriyor insanda... Bambaşka alemlere sehayat ediyor insan, kelimeler kanat oluyor da uçuruyor insanı o alemlere...

Ve son olarak da rubailer yer almış kitabın sonunda... Ah o rubailer... Edebiyatın güzelliğine gark oluyor insan bu anlarda. Okumaktan alamıyor insan kendini, okudukça tükeniyor sayfalar. Tükendikçe başkalaşıyor adem... Kitabın sonunu görmeden bu anları başa sarası geliyor insanın...

Kitaptan bir kaç satır kelam ederek nihayete erdirelim:

---
Sonsuzdur aşk, sahili olmayan bir deniz igib sonsuz...

Bir deniz, hiç bir yere yaslanmayan... Bir deniz, hiçbir yerde asılı durmayan... Ama varlığın sırrını taşımaktadır ta baştan beri...

O denize dalmış bütün canlar, o denizde oturmada bütün varlık.

Bir tek damlası umuttur o denizin de, geriye kalanı hep korku...

--
Yaydan fırlayan ok gibidir ağızdan çıkınca bir söz. Ve hiç geri dönmüş değildir atıldıktan sonra bir ok.

Seli başından bağlar ileriyi gören kişi. Ve geçtiği yerleri harap eder baştan bağlanılmayan sel.

Ne tükenmez hazinesin sen ey dil ve ne devasız bir dert!...

--
Şark metinlerinde klasik bir hikaye vardır: Bütün zamanların en büyük aşığı bülbül, sevgilisi gülün açıldığı anı merak eder, onu görmek için saatlerce goncanın karşısında göz kırpmadan beklermiş. Gül ise bir türlü açılmak bilmezmiş. Bülbül bütün gece boyunca gözlerini ovar, bedenini gagalar, hatta dikenlere dokunarak uyanık kalmaya çalışırmış. Nihayet tanyeri ağarırken bir an için dalar, o tedirginlik ile hemen silkinir gözlerini açarmış. Ama ne çare; gül açılmış bile...

--
Dedi ki Lokman: "Efendim! Senin nimetinden çok faydalandımben. Çok beslendi tenim ve canım nimetlerinden...

Sencileyin bir efendinin, ayıptır sunduğu bir şeye acıdır demek ve nimetine yüz buruşturup ekşi surat göstermek...

Bedenimde bellidir hakkı nimetlerinin; saymakla biter mi nasibi her kemiğin, ya ki derinin?...

Katnalamayacaksa acısına senden bir acı lokmanın, toprak serpilsin başına da, canına da bu Lokman'ın...

Aşkın Gözyaşları

Esselamu aleykum...

Merhabalar... Öncelikle yeni bloğumuz "Kitap Üzerine Okur Yorumları..." hepimize hayırlı olsun... Bu blog için çok heyecanlıyım, güzel paylaşımlara imza atarız inşâAllah, sizlerinde katkılarıyla... Bloğumuzun açılışını da çok anlamlı bir günde yapıyoruz, bildiğiniz gibi bugün Öğretmenler Günü... Öncelikle Başöğretmen M.Kemal Atatürk'ü saygıyla anıyor ve tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kuluyorum...

Ve artık müsadenizle ilk kitabımızın yorumuna geçiyorum..



Aşkın Gözyaşları çıktığı ilk günlerinde çok satanlar listesine girdi ve olumlu eleştiriler aldı....

Beni kitaba çeken şey kapak resmiydi :)
Arka kapağını bile okumadan aldım, ki bunu hiç yapmam...
Pişman olmadım, bence 10 üzerinden 10'du...

Tahmin edeceğiniz üzere kitap, Şems ve Mevlana aşkı çerçevesinde ilerliyor...
Ama benzerlerinden farklı olarak bu sefer Şems'in anlatımıyla okuyoruz yaşananları...
Kitap, daha önce okuduğumuz kitaplardaki birçok önyargıyı çürütür nitelikte... Şaşıracaksınız...

Şems'in hayat hikayesini alışılmışın dışında Mevlana ile tanışması ve sonrası değil, öncesini de okuyoruz bu sefer... Çocukluğunu, gençliğini... Sırlı hayat hikayesini... Mevlana'yı nasıl sınavlardan geçirdiğini, Konya halkıyla olan münasebetini, Kimya hatun'la aralarında yaşanan saf aşkı.... hüzünlenerek, iç çekerek okuyacaksınız...

Kitapta altını çizdiklerimden tadımlık... (:

*Birgün Urfa'da bir adam gördüm. Kırbaçlandığı halde çıkmıyordu sesi. Kırbaçlandıkça susuyordu. Peşine takıldım ve niçin kırbaçlandığını sordum. Bir kadına âşık olduğundan bu hale düştüğünü söyledi. "Bu kadar acı çektiğin halde neden ses çıkarmadın?" diye sordum.
"Sevgilim bana bakıyordu" dedi.
Bunun üzerine kendisine: "Ya yüce Allah'ın seni hep gördüğünü bilseydin!" dediğimde haykırarak yere düştü.

*Caminin duvarının dibinde birisinin yüksek sesle şöyle dua ettiğine şahit oldum,
-Allah'ım bana rahmet kapısını aç.
-Allah'ın rahmet kapısı kapalı mı ki açmasını istiyorsun? Rahmet kapısı her zaman açık. Kapın açık mı sen ona bak!
-Nasıl dua edeyim?
-Günahları terk etmekten daha güzel dua mı var? Sen dünyayı ahirete götüremeyeceğine göre. Öyle yaşa ki dünya seni ahirete götürsün.

*"Yarın ola aşk ola..."


Keyifli okumalar...