Baş Kitabımız

Baş Kitabımız

Dostlarımız

Dostlarımız

Kütüphanemiz

Kütüphanemiz

Kitaplarımız

Kitaplarımız

Kalbin Direnişi - Kemal Sayar

Perşembe, Ağustos 30, 2012


 - 'Şimdiye kadar neden Kemal Sayar okumamışım ki?' diye bir serzenişle giriş yapsam ne kadar beğendiğimi ifade etmiş olurum sanırım. - Ama serzenişler  falan hiç hoş şeyler değil bunlar. Okumamışım, vardır bir hikmeti.

  K.Sayar bir psikiyatr, ve sanırım bu benim okuduklarımdan etkilenmemde önemli yer kapladı. Hayır hayır, sandığınız gibi değil. Bu psikiyatri alanına olan ilgimden kaynaklanan bir durum değildi; bir psikiyatrın kendi alanına olan mesafesinden, ve beyinden önce kalbi öncelikli tutmasından kaynaklanan bir etkilenmeydi. Zira son zamanlarda yaşadığım ve dahi çokça duyduğum olaylardan sonra psikiyatrların her şeyi 'ilaç'larla çözmeye çalıştıklarını sanmaya başlamıştım.

   Kalbin Direnişi 'modern' çağ insanının nasıl bir dehliz içinde olduğunu, çalkantılarını, buhranlarını, ikilemlerini, başarı-sız-lıklarını sorgulayan bir kitap. Ve bence bu sorgulamayı önemli bir açıdan yapıyor; kalb/inanç eksenli. Çözüm ise; kalbin direnişi. 
  
   Ve ben anlıyorum ki; gün geçtikçe 'kavram'larımız dahi başkalaşıyor; 'modern' bir anlam kazanıyor, çok gerekliymişcesine. Aile başkalaşıyor, arkadaşlık eksenini değiştiriyor, hayatın anlamı yönünü değiştiriyor, gezi/seyehat başka bir hal alıyor, mahrem nedir deniyor, terapinin şekli değişiyor, başarının ölçüsü diplomalarımız, sınav sonuçlarımız oluyor ve dahası.


Bana bunları düşündürenden alıntı yapmalı öyleyse;
* Çocuklarımıza sunabileceğimiz en değerli hediyeyi esirgiyoruz onlardan; zaman. Sohbet için hiç vaktimiz yok. Hayat için umarsız bir koşturmaca.

* Neden zahmete, oluşa, çileye dayalı bir manevi yönelişi tercih etmiyorlar? Bu sorunun cevabı insanların modernitenin sunduğu zihinsel ve fiziksel konfordan vazgeçmeden içsel boşluklarını doldurmak istemelerinde aranmalı.
Bu çok çarpıcı bir soru ve cevap benim nezdimde. Maneviyatın bile kolayına,hızlısına mı kaçıyoruz? -

* Depresyon antidepresanların yaygınlaşması ve yan etkilerinin azaltılmasıyla daha çok teşhis edilemeye başlanmıştır.
diyorsa bir psikiyatr, oturup düşünmeli.

* Bu ilaçların sunduğu 'yeni benlik', hafif ve geçicidir; yaşantıdan değil, ilaçların sağladığı enerjiden köken alır. Dolayısıyla zorlukları nasıl  yendiğimiz konusunda bize bir öykü sunmaz.

* Seyyahla turist arasında fark vardır. Seyyah gittiği yere ruhunu da götürür, yeni yaşantılara açıktır. Öte yanda turist şehirlere, insanlara nüfuz etmez.  Seyyah gittiği yerler video kameraya kaydedip, dönüşte eşe dosta göstermez. Ama dilinde , her yolculuğun sonunda anlatabileceği hikayeleri vardır. 
Böyle bir karşılaştırmayı daha önce hiç düşünmediğimden belki de, hoşuma gitti.

Ve alıntılamayı istediğim bir sürü cümle.
Tefekkürlü okumalar ola.
Sevgiyle ^^


Üç Yusuf Üç Rüya Üç Gömlek - Senai Demirci

Cumartesi, Temmuz 07, 2012

Hz.Yusuf'un kıssasının içinde ben/sen.
Hz.Yusuf'un kıssasıyla şereflenen ben/sen.
Kıssadan hisse alan ben/sen. 




Zaman zaman ihtiyaç hissettiğim kitaplar olur. İhtiyacım olan vurucu cümlelerdir belki de. Vurucu cümlelerle vurulmak/tefekkür etmek/kendine gelmek.
  Senai Demirci'yi sevdiren de bu olsa gerek. Bakışını değiştirmek, ve basiti vurucu hale getirmek. Herkesin bakmadığı yönden bakmak dünyaya kıymetli bir düstur bana göre.


 Hz.Yusufun kıssasında kendimi düşünmek de bu düsturun bir parçasıydı. Öyle düşünmüş Senai Demirci. Ve kıssanın içinde olmak daha gerçekçi olmaktı. Daha benimsemek, daha farkında olmak. Hz.Yusuf'un kıssasının ne çok hayatımızda, hayatımızın ne çok kıssada olduğunu anlıyordum. Ve Hz.Yusuf'u bir kez daha örnek alırken, 'Ne çok eksiğim!' diyordum.

                  * Yusuf gömleğinin yırtığı, en iffetli erkeğin ve kadının bile, yırtılmaya müsait bir yanının olduğunun habercisidir.
* Yusuf'un fazileti şehvete meylinin olmaması değil, meyli olduğu halde şehvete karşı durabilmesidir. Gönlünün akmadığı şeyle sınanmış olmazsın ki!
* Demek ki görmelerin hepsi, görünenin aslını görünceye kadar rüyadır.
diyordu Senai Demirci.

Tefekkürlü okumalar.
Sevgiyle kalasınız.

Matematik 'Yaramaz'dır - Ahmet Doğan

Cuma, Haziran 22, 2012




 Kütüphaneyi sadece kitap okumak için kullanmayı özleyen kız bitirme projesi için kitap ararken, gözüne bir kitap ilişir. Zaten kitapların kapaklarına ve isimlerine zaafı olduğu bilinmektedir. Yine karşı koyamayacağı bir isimle (Matematik Yaramazdır) karşılaşmıştır, ve sonu kitabı alıp 'self-check'e doğru ilerlemek olmuştur.


  Bahsi geçen karakterin Delibu olduğu şüphesizdir. Bahsi geçen kitabın isminin hakkını verip, karakterimizi zaman zaman projesini yazmaktan alıkoyarak yaramazlığını yapması ise hükümsüzdür.

 Nedir bu kitabı çekici yapan, isminden başka diye soracak olursanız, sevgili Ahmet Doğan'ın yaşamının, ve düşüncelerinin karakterimizi etkilemiş olmasıdır. Kimdir Ahmet Doğan? Kitabın ilk sayfalarındaki ropörtajının etkisini yitirmemesi adına çok da ayrıntılı anlatmak istemem, fakat öğretmen lisesi mezunu, daha sonra 3 yıl matematik eğitimi almış, ve bana göre matematik öğretmenin ne anlama geldiğini çözmüş biri.
 Bir yandan 'Matematikçi' olmakla, 'Matematik öğretmeni' olmanın farkını sürekli vurgularken, diğer yandan derin matematik ve ispat bilgisini öğretirken kullanması, karakterimizi etkileyen bir diğer özelliği. Her ne kadar temelini öğretmek/öğrenmek daha zor olanıymış gibi gelse de, matematiğin ancak temelinden göstererek, ispatlarıyla öğreterek sevdirilebileceğini gördüm diyebilirim.
  
    Sevdiğim cümlelerin sadece bir kaçı;

* Matematik 'yaramaz'dır. Yaramazların işidir matematik. Bu özelliği keşfedildiğinde korkutmaz olmak ne kelime, öyle bir sevilir ki. Hangimiz sevmeyiz yaramazlığı?

* Merak duygusunu kışkırtırsan, öğrenci araştırır, bulur, seninle tartışmaya gelir. Öğrenciyi olabildiğine beyinsel olarak özgürleştireceksin.

* Matematik soyut bir dil; laboratuarı insanın beyni, aracı da kalem, kağıt.

   Kitap zaman zaman ilgi çekici hikayeler, öğrencilerinden örnekler ve çoğunlukla ilgi çekici problemlerin çözümleri üzerine sohbetlerden oluşuyor. Bir önce bahsettiğim 'Herkes için Matematik' kitabından daha kolay, anlaşılır bir dili var. Ve bir klişe kalıpla bitirmesem içim rahat etmez: Matematik öğretmeyi amaçlayan herkes okumalı bence :)

Dipnot 1: Ödünç kitap okumayı çok sevmediğimi söylemiştim. İşte yine bir kitapla duygusal bağ kurma vakıası yaşandı, ve ben bu kitabı satın alacağım sanırım. Beğendiğim kitapların kütüphanemde olmasını istiyorum ne yapalım :)

Dipnot 2: Kitabı kütüphaneye teslim etmem gerektiği için foroğrafını da çekmeyi unutmuşum, böyle de kötü bir şey işte kitaba sahip olamamak :)

Japon Yapmış - Onur Ataoğlu

Cuma, Nisan 27, 2012





Twitter'a kitabı okuduktan sonra "Bu kitabı okurken ara ara 'Japonlar başak burcu mu ki?' diye düşünmeden edemedim." yazdığımda, Onur Ataoğlu kötü bir anlamda yazdığımı düşünmüş olacak ki; 'Neden böyle düşündünüz bilmiyorum ama, hepsi başak değil emin olun.' gibi (tam ifadeyi hatırlamıyorum, affola) bir şey söylemişti. Neden böyle düşündüğümü ise daha sonra açıklayacağımı söylemiştim. Böyle söyleyince de çok mühim şeyler söyleyecekmiş gibi oldum tüh!

 Baştan söylemeliyim ki bu çıkarımlar sadece bir başak dikkate alınarak yapılmıştır; ki bu başakın Delibu! olduğunu biliyorsak, dikkate almaya değer değil, eğlenmelik şeyler olduğunu anlayabiliriz. Zaten Onur Ataoğlu da 'Japonya ve Japonlar hakkındaki her yargının tersi de doğrudur.' dediğine göre devam edebilirim :) Anlaştıysak eğer;

 * '..dört mevsim konusunda Japon milleti biraz takıntılıdır. Herhangi bir 'dünyalı' ile tanıştıklarında, ilk sorularından birisi "Bizde dört mevsim var, ya sizde?" şeklindedir.' cümlesindeki 'takıntı' zaten başak özelliği. Düzen, ne bir eksik, ne bir fazla olma durumunu seven başak; 'dört mevsimi düzeninde, hepsini de yaşıyoruz çok şükür.' :)


* '..kusursuz olmaya çalışmak, kusurların en büyüğüne sebep olabiliyordu.'  Başakların bir anlamada iyi, bir anlamda kötü özelliği 'kusursuz olmayı istemek, ince eleyip sık dokuyarak bir işi yapmak'. Zaman zaman beni hayal kırıklığına uğratan şey. Japonlardaki bu his de bana bunu düşündürdü.


* 'Bir başarısızlık, yenilgi, utanç karşısında kendi canını bu kadar kolay alabilen bireylerin yaşadığı başka bir toplum yoktur sanırım yeryüzünde.' Başaklar da ufacık bir sebepten ötürü kendini çok üzebilir. Kendimde de fazlasıyla hissettiği bir özellik, yine bazen beni üzen. 


'Hangi çiçeğin hangi tarihte açacağı belirlenmiştir, ilan edilmiştir. Yağmur sezonunun bitiş tarihi bellidir; o günün ertesi bardaktan boşanırcasına yağmur yağsa da insanlar evden şemsiyesiz çıkar.' Aynen böyle, başaklar için de bazı şeylerin keskin sınırları vardır; 'azıcık' kuralcıdırlar. Ben mesela kış tam bitmeden kolay kolay kabanımı çıkarmam, içine ince giysem de; ama ilkbaharlık kıyafet giyersem de kolay kolay kaban giymem tekrardan :) -Tamam komik.-


  Böyle giderse tüm kitabı yazma korkumdan, ve belki de başka biri okurken de kendinden(başka burc) bir şeyler bulabileceğinden dolayı bu bahsi burada sonlandırıyorum. Yani Japonların hepsi başak burcu değil :)


İyi okumalaar.

Herkes İçin Matematik - John Allen Paulos

Pazartesi, Mart 26, 2012



İsmi meraklanmama sebep olsa da,ismini çok sevmedim açıkçası. Orijinal ismini de bulamadım, muhtemelen farklı bir şekilde çevirmişler,  bilen varsa bilgilendirilmeye açığım.

  Ama kitabın içeriğini sevdim. Hem bir matematikçinin, hem bir eğitimcinin ilgisini çekecek bir ilerleyişi var. Henüz tam olarak eğitimci olamasam da, benim kafa yapıma uygundu sonuç olarak. Matematiğin sadece teorik kısmından fazlaca sıkılmış biri olarak iyi geldi diyebilirim teorikle yaşamdan örneklerin birleşmesi. Daha geniş kapsamlı olsa daha mutlu olurdum tabi, zira fazlaca olasılık üzeriden gidiyor kitap. Ara ara güldürürken yüzümü, ara ara 'Evet yaa, ben de bunu diyordum.' tarzında düşüncelere gittim. Sanki mizah kitabından bahsediyorum, 'Güldürürkeen düşündürüyorduu sevgili Paulos amcaa' diyeceğim :)

   Şöyle bir atıfla giriş yapılmasından anlamıştım ben zaten kitaba ısınacağımı:

- 'Sınav yoktur, bu yüzden kitap serbest olarak okunabilir, ve arada çıkan zor pasajlar çekinmeden atlanabilir.' 

 Sevgili Paulos amcamız, 'Ayy matematik mi, hiç anlamam, sen hesaplasana.' modunda olan kişileri sayı cahili olarak tanımlarken (tabirden pek hoşlanmadım); aslında bunun tam olarak kişinin suçu olmadığını da atlamıyor.

- 'Sayı cahili kişiler, küçük miktarların toplanabileceğini anlayamazlar. Onlar küçük şişelerdeki saç spreylerinin ozon tabakasının delinmesinde rol oynayabileceğini ya da özel arabaların asit yağmuru sorununa katkıda bulunabileceğine inanamazlar.'


- 'Bana göre çok fazla sayıda insan, başlarına gelen talihsizlikler karşısında 'Neden ben?' tutumunu takınır. İnsanların çoğu bunu yaparsa, bunda istatistiki yönden bir yanlışlık olduğunu anlamak için matematikçi olmanız gerekmez.' 


- 'Matematik önemliyse(ki mutlaka öyledir), o zaman matematik eğitimi de önemlidir. Konularını daha geniş kitlelere aktarmaya tenezzül etmeyen matematikçiler, biraz da olsa, hayır kurumlarına hiç bir katkıda bulunmayan multimilyonerlere benzerler.' 


Okuya kalın :)

Küçük Prens

Pazartesi, Mart 12, 2012


Yazar: Antoine de Saint-Exupéry
Yayınevi: Mavibulut
Yayın Yılı: 2000
21. basım / Mart 2012 
96 sayfa

Bir çocuk kitabı (diye satılan kitap) size hitap ediyorsa, özünüzü kaybetmemişsinizdir.
Küçük Prens <3 herkes bunun farkında (okuyan herkes)

~   ~   ~

- Antoine de Saint-Exupéry tarafından New York’ta bir otel odasında yazılan Küçük Prens yayımlandığı günden bu yana milyonlarca insanın kalbini fethetmeye devam ediyor. Küçük Prens’in yaşadıklarını anlıyor, kırgınlıklarına üzülüyor, söylediklerine hak veriyoruz. Gezegenindeki çiçeğiyle pek anlaşamadığı için biraz uzaklaşmaya karar veren, yolculuğu sırasında Dünya’ya da uğrayan Küçük Prens Sahra Çölü’nde bir pilotla karşılaşır. İşte olan biteni de bu pilot anlatır bize. Kimdir Küçük Prens, neden sürekli sorular sorar, çiçeğiyle neden anlaşamamıştır, gittiği diğer gezegenlerde kimlerle karşılaşmıştır ve neler öğrenmiştir? Bu öyküyü dinlerken Küçük Prens’in yaşadıkları ve öğrendikleri sayesinde hayatımıza tekrar bakıyoruz ve yaşamı anlamlandırmada ‘ne kadar da büyüdüğümüzü” görüyoruz. Küçük Prens’in de dediği gibi “Büyüklere her şeyi açıklamak gerekir zaten.” (tanıtım yazısından)


Düştüğün Yerden Kalkacaksın - Y.Özkan Özburun

Cumartesi, Mart 10, 2012


 Düştüğü yerde kalmamalıydı Mü'min, kalkmalı silkelenmeliydi, zira onun dayanacağı büyük bir gücü vardı. Ve düştüğü yerde kalmadı.
  İnsanı düştüğü yerden kalkıp silkeleyecek bir kitap yazmış Yusuf Özkan Özburun yine. Teselliler Kitabı ile tanıdığım bu yazarı, iyi ki tanımışım diyorum okudukça. Hani bazı yazarlar vardır ya, kendinize yakın hissettiğinizden midir bilmem ama, her cümlesinin altını çizesiniz gelir, okudukça. Her cümlesi ayrı bir konunun derinliklerine götürür sizi. İşte ben de öyle hissediyorum, Y.Ö.Özburun okudukça. Hızlı hızlı kitap bitirmiş olmak değil niyetim. Bu sebeple düşünmeme, tefekkürüme vesile kitapları ayrı bir seviyorum; zira yaratılış sebebimi düşünmek değerli kılıyor beni.

 Zaman zaman aklıma gelen konulara farklı bakış açısı, vurucu cümleleri etkiliyor belki de beni. Mesela şöyle bir girişle başlaması;

* "Düşmek deyince 'internet bağlantısının kopmasını', yükselmek deyince 'dolar kurunun fırlamasını' anlıyor zamane.


* Kalamış'a bir tatlı huzur almaya gidenlerin kendilerinde nüve halinde bulunan huzuru bulmalarına yardımcı olmzktan öte vereceği bir huzuru yoktur mekanın. Yani, mekan bizim aynamızdır, bizi bize gösterir."

* Her israf günah, her günah israftır.


Tefekkürlü okumalar diliyorum.

Teselliler Kitabı - Y.Özkan Özburun





Siz hiç bir kitabı kapağına hayran kalıp aldınız mı? İtiraf ediyorum ben yaptım. 'Teselliler Kitabı'nı kapağına hayran kaldım, isminden de etkilendim. Aramızdaki bu etkileşimin ardından, kasada nikahımızı kıydık. Tabi meraktan hemen okumaya başladım. Şimdi merak ediyorsunuz değil mi 'Ee beğendin mi?'. Cevap veriyorum, beğendim hem de baya beğendim :)
  Her cümlesini çize çize kitabı karalamaktan korktum, zira her cümlesinde kendimi buldum.

  Kitap bizim sıkıntı yaptığımız bir takım şeylerin tesellilerini sunuyor bize. Ve O'nun penceresinden olaylara yaklaştığı için çok mantıklı ve tatmin edici teselliler..

 Alamsızlığın tesellisi,
 Yalnızlığın tesellisi,
 Hüznün tesellisi,
 Ölümün tesellisi,
 Ayrılığın tsellisi,
 'Çirkinliğin' tesellisi,
 İhtiyarlığın tesellisi,
 İyi çocuklar yetiştirememenin tesellisi,
 Aşk acısının tesellisi.

 Okumak isterseniz diye bunları açmıyorum. Ama bir kaç anektot paylaşabilirim:

*İnsan insanın tesellisidir, teselliyiz birbirimize.
*Vucüt bulmuş her ruh yalnızlığı tadar.
*Hüznü vardır, sadece kalbi olanın.
*Ölmek değildir, ömrümüzün en feci işi.
*Ölümle yüzleşmeden, ölümün gözlerinin ta içine bakmadan yaşanan bir hayat neye yarar?

  Tesellini unutma dostum! O her sıkıntının tesellisini verecektir.
  Duayla kalasınız.

Nietzsche Ağladığında / Irvin D. Yalom

Çarşamba, Ocak 25, 2012


http://cafeyasam.blogspot.com'dan alıntıdır (:

Nietzsche Ağladığında / Irvin D. YALOM

Yayınevi: Ayrıntı Yayınları

İngilizce'den Çeviri: Aysun Babacan

374 sayfa

33. Basım

1993 basımından 1996'da Türkçe'ye çevrilmiş.

               ~          ~          ~ 

Minik ama sıcak bir havası olan, sahibine inatla içine gireni kavrayıveren bir kitapçıda el salladı bana.. 
Sanırım yerlerin ahşap oluşu ve kitapların 'U' şeklinde kitapevine sıralanmış olması da sıcaklığının arkasında yatan nedenlerden. Sahi, yerler gerçekten de ahşap mıydı? Bana o hissi veriyor olması da yeter aslında.
Aslına bakarsanız sahibesi de iyi biri bence. Ancak sadece ilk duruş ve değişen anlık tepkimeleri insanı biraz ürkütüyor.
Nerede kalmıştık? Ah, evet Nietzsche Ağladığında diyorduk. 
Nietzsche, pek de ilgi alanımda değildi, çünkü hiç araştırmadım; fikrim yoktu. İnsanın fikrinin olmamasıyla ilgi alanında olmaması çok zıt şeyler aslında değil mi? Bir şeyin ilgi alanınızda olmaması için o şey hakkında en azından minik bir fikir sahibi olmanız gerekir.
Konu yine dağıldı. Nietzsche demiştim. I. Yalom'un kitabı, takip ettiğim bloglarda sıkça rastladığım, okuma listeme eklemeyip zihnime yerleştirdiğim bir kitaptı.
Bir solukta okumanıza izin vermeyecek, tek tek zihninize işleme arzunuzu uyandıracak bir kitap.
Bol zihin jimnastiği ve iç dünyanıza doğru serin bir tur düzenlemeye hazır olun. Çünkü karşınıza Yalom'un anlatımıyla, gerçek 'şey'lerin yorum katılmış 'kurgu'su var. Düşünmeyi seviyorsanız aynen ben gibi çenenizin düşeceği garantisi de cepte üstelik.
Bırakalım da kitabın konusunu arka kapak anlatsın ...

~ Yoğun ve sürükleyici olan yeni bir düşünce romanı sunuyoruz: Nietzsche Ağladığında. Edebiyatla da düşünülebileceğini gösteren müthiş bir örnek.

Sahne
Psikanalizin doğumu arifesindeki 19.yüzyıl Viyana'sı. Entelektüel ortamlar. Hava soğuk.

Aktörler
Nietzche: Henüz iki kitabı yayımlanmış, kimsenin tanımadığı bir filozof. Yalnızlığı seçmiş. Acılarıyla barışmış. İhaneti tatmış. Tek sahip olduğu şey, valizi ve kafasında tasarladığı kitaplar. 
Karısı, toplumsal görevleri ve vatanı yok. İnzivayı seviyor. Tanrıyı öldürmüş. 'Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır,' diyor. Daha sonra 'kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: Önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?' diyecek. Ümitsiz. 
Breuer: Efsanevi bir teşhis dehası. Ümitsizlerin kapısını çaldığı doktor. Psikanalizin ilk kurucularından. Kırkında, bütün Avrupalı sanatçı ve düşünürlerin doktoru olmayı başarmış. Güzel bir karısı ve beş çocuğu var. Zengin. Saygın. Hayatı boyunca 'ama' pozisyonunda yaşamış biri.
Freud: Breuer'in arkadaşı. Henüz genç. Geleceği parlak. Şimdi yoksul. 
Salomé: Erkeklerin başını döndüren kadın. Çekici. Özgür. Evliliğe inanmıyor.
Bazen aynı anda birçok erkekle beraber oluyor. Sanatçıları ve düşünürleri tercih ediyor. Kırbacı var.

Konu
Ümitsizlik.

Birgün, erkeklerin başını döndüren kadın, Salomé Nietzsche'den habersiz Breuer'e gelir. 'Avrupa'nın kültürel geleceği tehlikede, Nietzsche ümitsiz. Ona yardım edin,' der. Breuer Salomé'yi tekrar görebilmek umuduyla 'peki' der.
Ve varoluşun kader, inanç, hakikat, huzur, mutluluk, acı, özgürlük, irade... ve neden, nasıl gibi en önemli duraklarından geçen bir yolculuk başlar...
Kendisiyle ve hayatla yüz yüze gelmekten çekinmeyenlere...

Bıçak Sırtı - Tess Gerritsen

Perşembe, Ocak 12, 2012

Tess Gerritsen. Gerilimin kraliçesi. Kitap kulübümüzün Tess Abla'sı. Biz onu çok seviyoruz kulüpce. :)

Bu sert kapaklı kitapları, Martı Yayınları Tess Gerritsen'ın imza günü için basmış. Stantda ki adamın yalancısıyım :) Hem de indirimliydi. Biz de bu fırsatı kaçırmadık tabii. Böyle kitapları okumak daha rahat oluyor sanki. Masaya koyduğunuzda elinizle tutmanız gerekmiyor.

Tess Abla yine insanı gerim gerim geren bir kitap yazmış. Özellikle uyumadan hemen önce okuduğumda gerilmeye rüyamda da devam edebiliyordum. Heyecandan kalbimin pır pır attığı, sayfanın sonuna bakmamak için kendimi zor tuttuğum, sayfaları alelacele çevirdiğim bir kitaptı Bıçak Sırtı.

Ayrıca katili yine tahmin edemedim. Bende mi var bir yeteneksizlik anlamıyorum. Polisiye/gerilim kitaplarında katilleri hiç bilemiyorum.

Neyse siz benim bu yetersiz yorumuma bakmayın. Tess Gerritsen okumaya devam edin. Bu kadın daha çoook döktürecek.

Arka Kapak:

Hangisi daha korkunç?
Sevdiğiniz birini mi kaybetmek, yoksa uğruna her şeyden vazgeçmeye hazır olduğunuz hayallerinizi mi?

Mesleğinin henüz başlarında, genç bir doktor olmasına rağmen başarılarla dolu, kusursuz bir sicile sahip olan Kate, en son girdiği ameliyattan hem sevdiği bir insanı hem de gelecek hayallerini masada bırakarak çıkar. Sorunsuz olması beklenen ameliyat, anlaşılmaz bir şekilde tam bir kâbusa dönüşmüştür ve önce hastanın yakınları, sonra da hastane yönetimi bu kâbustan Kate’i sorumlu tutmaktadır. Öte yandan, bütün bunlardan habersiz ortaya çıkan bir katil, elinde bir liste, hastane personelini teker teker avlamaya başlar ve onu gören, elinden kurtulan tek insan olarak Kate bu listenin en tepesinde yer almaktadır.
Bütün oklar ona çevrilmişken, bütün deliller ve zaman onun aleyhine işlerken Kate, hem ensesinde nefesini hissettiği acımasız bir katilden kaçmak hem de kaybetmeye mahkum göründüğü bir davayı çözüme ulaştırmak zorundadır.


Aşk-ı Sükun

Salı, Ocak 03, 2012


"Oysa benim dünyam kıskançlıktan azadeydi. Neyi niçin kıskanacaktım ki?
Kıskançlık kadere razı olmamaktı, kendine verilen yazgıya itirazdı. Ben rabbimin bana verdiğine de razıydım, başkasına verdiğine de razıydım. Rabbinin bir kuluna verdiğini, diğer kulunun kıskanması rabbe karşı edepsizlik değil miydi?"

Kitap Hz Hacer validemizden yaşadıklarını anlatıyor. Son derece hassas ve güvenilir kaynaklı anlatıldığı için gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz, hatta okumalısınız.
İnsana çok şey katacak, çok düşündürecek, hayran bırakacak bir yaşam, sonsuz bir teslimiyet öyküsü.

ayet-el kürsi yorumu

Ayet-el Kürsi ile ilgili daha önce bir çok sohbet dinlemiştim. Baş ucu yazarlarımdan olan Onk. Dr. Haluk Nurbaki hoca'nın da bu konuyla ilgili kitabını bulunca almamak imkansızlaşıyor. 63 sayfa oldukça ince bir kitap, kitap içerisinde 7 bölüme ayrılmış, bunlar ;
* Tevhid bölümü
*hayyul kayyum esmaları'nın izahı bölümü
*ilahi kudretin azameti karşısında varlıkların temel tanımı
*aliyyül azim bölümü
*ayetin enfusi mesajları
*ayet-el kürsinin imanı koruyan sırrı
*ayet-el kürsinin ibadet ve zikr sırrı

Haluk Nurbaki hoca bu kitabında da ayetleri kuantum fiziği ile bütünleştiriyor, evreni bir kez daha şükür ederek  düşünmeye başlıyorsunuz.
Kitaptan küçük bir alıntı  şu şekilde;

 ayeTel kürsinin günlük yaşamımızdaki önemli uygulama hikmetleri ;
1-imanda, ibadette bir zaafa düştüğümüz zaman mutlaka ayet el kürsi okuyarak en büyük tehlikeden kurtulmalıyız. O'nun mealini de çok iyi bilmemiz, nefsin bizde yaratmak istediği putları yıkacaktır.
2-sırf zikir amacıyla gönlümüzü tevhid zevki ile şenlendirmek için sık sık ayet el kürsi okumalıyız
 3-kendimizin yakınlarımızın ve  de düşman şerrine düşen kardeşlerimizin her türlü şerden kurtulması için ayet el kürsi okumalıyız
 4- tevhid zikri ya da allah hayy zikrine başlarken yine ayet el kürsi okumalıyız
 5- namazdan sonra tesbih öncesi mutlaka ayet el kürsi okumalıyız
 6- özellikle kadere karşı bir saygısızlık gösterdiğimiz zaman, önce ayet el kürsi okuyup sonra tövbe istiğfar etmeliyiz.
7- ve nihayet hastalanınca ya da ciddi bir ızdıraba  düşünce fatiha ile birlikte ayet el kürsi okumalıyız.

Ayetel kursi hakkında efendimiz sav bir hadisinde yatağa girdiğinde ayetel kürsi'yi oku, allah tarafından senin için (sabaha kadar) sürekli yanında kalan bir koruma verilir ve sabaha kadar şeytan sana yaklaşmaz. (Buharî, Fezailu’l-Kur’an, 10) buyuruyorlar.

Kapak Kızı - Ayfer Tunç

2012'nin ilk kitabı. Yılın ilk kitabının Kapak Kızı olmasından son derece mutluyum. Kendimce okumayı çok istediğim bir kitapla başlarsam öyle devam eder diye düşündüm :)

Ayfer Tunç'u okumayı çok istiyordum. Gerçi liseye giderken (sanırım 2002) ''Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek'' adlı kitabını okumuştum. Sonra  o kitabımı bir arkadaşıma vermiştim. Geri vermemişti. :(

Kapak Kızı sayesinde Ayfer Tunç ile yeniden tanışmış oldum.

Offf valla ben bile yazarken sıkıldım. Sizin de bu yazıyı okurken sıkılmanız muhtemel.

Kitabı çok sevmeme rağmen hakkında bir şey yazasım gelmiyor şu anda. Kitabın çok da önde olmayan karakterlerinden Hakan'ın bende bıraktığı etki yüzünden olabilir. Bu zamanda kadar benimle aynı durum içerisinde olan bir karakterle tanışmamıştım. Aynı dertten muzdarip iki kişi; Hakan ve ben.

Hani o bir karara varmış olsa, ben de o kararı verebilirim. O kadar. Ama nerede bizde o yürek? Bir de üstüne Ersin, Hakan'ın yapamadığını yapmasın mı kitabın sonunda? Çıldıracaktım. Zaten son zamanlarda karakterlere gıcık oluyorum (bkz. Hacime  ). Onların yüzünden asıl konuya odaklanamadım. Kapak Kızı'na yani.

Yeşil Peri Gecesi'nde karşıma çıkmamanız ümidiyle, siz iki gıcıkla vedalaşıyorum. Güle güle beyler.

Sonuç olarak şunu söyleyeyim; Kapak Kızı, diliyle, konusuyla, karakterleriyle, her şeyiyle okunası.

''İşini iyi yapan, iyi yaparken çok sıkılan, ama yine de belirlenmiş hedefe ulaşmadan hayatını değiştirmeyi düşünmeyen insan. Yolun bir kısmı katedildiğine göre, geri dönmek zarar getirirdi artık. (Sayfa 35)


''O, yavaşça odaya girerdi. Uyuduğumu sanırdı. Usulca alnımı okşar, öper, giderdi. Hırsımı ondan çıkardığımı, güzel yüzünü kan içinde bıraktığım gecelerin sabahında bile. Ama bir sabah, yine gelmesini, alnımı okşamasını, usulca öpmesini beklerken, çıt diye kapandı kapı. Beni öpmeden gitti. O zaman her şeyin bittiğini anladım. Ateş söndü.'' (Sayfa 102)


''Yazarlar sıradan sandığımız insanları evirip çevirirler, başka bir gözle bakarak onlardan yeni insanlar yaratırlar. Bu yeni gözle biçimlenmiş insanlar, artık bizim için sıradan değildirler, birer kahramandırlar. Gerçek hayatta da gizli bir elin onları alıp yeniden biçimlemesini isteriz. Bir el, deriz, bizi de biçimlese, biz de kendi hayatımızın kahramanı olsak. O el kendi elimizdir oysa.'' (Sayfa 109)


Arka Kapak:
Karlı bir kış günü, Ankara’dan İstanbul’a giden bir trenin yemek vagonu. Birbirini tanımayan üç kişi; bankacı Ersin, radyo programcısı Selda ve yemekli vagonun garsonu Bünyamin. Kapak Kızı, işte bu üç kişinin romanı. Ama aynı zamanda orada olmayan bir başkasının; bir dergide çıplak fotoğrafları yayınlanan Ayın Kızı Şebnem’in. Trenin saatlerce yolda kaldığı, bir yolcunun öldüğü bu uzun yolculukta, roman kahramanları, birbirleriyle, Şebnem’in fotoğrafları aracılığıyla yüzleşirler. Ancak bu zihinsel yüzleşme giderek kimin kimi yargıladığı belli olmayan bir hesaplaşmaya dönüşür. Ayfer Tunç, ilk kez 1992 yılında yayınladığı Kapak Kızı’nı ‘zemin aynı zemin, inşa aynı inşa’ olmak kaydıyla yeniden yazdı. Roman, bedensel çıplaklığı, kahramanlarını farklı nedenlerle sarsan bir travma olarak ele alıyor. Aile, hayat, aşk, kıskançlık, güzellik ve ahlak kavramlarını, alışılmış yorumların tuzağına düşmeden işliyor. Bunaltıdan ikiyüzlülüğe, anıların masumiyetinden yaşamın gerçeklerine uzanan soruların kuşattığı bu roman, aslında bütün soruları içeren tek bir soru soruyor: Kim daha çıplak?