Baş Kitabımız

Baş Kitabımız

Dostlarımız

Dostlarımız

Kütüphanemiz

Kütüphanemiz

Kitaplarımız

Kitaplarımız

Kitab-ül Hiyel

Perşembe, Aralık 30, 2010


İhsan Oktay Anar'ın dilini sevenlere yönelik, çok tatı bir roman.
Okumayan neden tatlı dediğimi anlamaz tabii:)
Yazarın ikinici kitabı niteliğinde olan bu kitabının konusuna gelirsek, kısaca 19. yüzyılda yaşamış 3 mucitin serüvenleridir.
Kitap bilmediğimiz bir çok kelimeyle bizi sarhoş ettiği gibi, sevimli anlatımıyla yer yer güldürmüş yer yer meraklandırmış ama ille kendini okutmuştur.
Bazen konuyu takip etmekte zorlanıp, tekrar etmeniz gerekebilir ama tekrar ettiğinizde de olayın ilk anladığınız şekilde zuhur ettiğini idrak etmeniz uzun sürmez.

İhsan Oktay Anar'ın kitapları için yetişkinlere masallar demek geliyor içimden:)
Hatta dedim bile.
Özetle sevenin çok seveceği,
Sevmeyenin bu kitabın nesi bu kadar seviliyor diye şaşıracağı,
Ama benim "Puslu Kıtalar Atlası" kadar olmasa da sevdiğim,
İnce olmasına karşın çokda kısa sürede bitmeyecek bir kitap..

Daha da özetle tavsiye ederim :)

İki Kişilik Rüyalar-Fatma Karabıyık Barbarosoğlu

Salı, Aralık 28, 2010


Özet :
Yazar en güzel açıklamayla sunmuş aslında kitabı; “ sulara anlatılacak rüyalardandı. Akan sular yoktu oysa. Su yerine kağıt yetişti imdada. Okuyanlar önce duyduysalar,’işte budur,ben de bu rüyanın tam şurasındayım’ dediler. Böyle evler görmüşler,böyle bahçelerde yitirdikleri olmuştu. Ama kapıların bu kadar kendine açık bu kadar kendine kapalı olduğunu henüz bilmiyorlardı.”
Kısacık hikayeler eşliğinde birkaç saate sığdırabileceğiniz kitap bir nefeste kendini okutuyor. Yazar kitabı üç bölüme ayırmış. Ev,bahçe ve kapı. Her bölümde ismine yaraşır hikayeler barındırıyor. Birkaç tanesi bana yazılmış gibi. Arta kalanlarda da illaki bir cümle de kendimi bulmuş gibi.
Sonuç:
Okuyunca önceden yaşanılmışlık tanıdık gelebiliyor da, yaşanabilecekler adına önlem alınamıyor anlaşılan. İnsan yaşadıkça büyüyor. Ki yaşanacak olanın önüne geçilemiyor.

Emma

Cumartesi, Aralık 25, 2010


Emma yaşıtlarının aksine evlilik hayalleri kurmayan, hiç bir zaman evlenmeyeceğini düşünen bir kızdır.
Güzel, asil, varlıklı.
Hatta kibrili, çok bilmiş, ukala.
Emma'nın çevresinde geçen o döneme ışık tutan ve tabii inceden eleştiren bir Jane Austen klasiği.

Yazarın en sevdiği kitap olması açısından önem taşır.

Yazar Shakespeare'den sonra en büyük ingiliz yazar olarak adlandırılsa da, sanırım bu çevirilerle idare ettiğimiz sürece ne denli büyük bir yazar olduğunu kavrayamayız. Ancak böyle nitelendirildiğinide yadsımayalım.

Jane Austen tarzına ve klasiklere uzak olanlar başlarda sıkılsalar dahi, bitirdiklerinde memnun kalacaklarını düşündüğüm, benim çok sevdiğim bir kitap.

Işık Bahçeleri - Amin Maalouf

Cuma, Aralık 24, 2010

Başlıca şahıslar:
Mani,Pattig,Şahpur,Denag,Hürmüz,Behram
Karakter Tahlili:
Mani;kendi öğretisini yaymak ile ömrünü geçirmiş,Hıristiyan ve Zerdüşt inançların sentezi ile oluşturduğu dini, kısa zamanda çok geniş sınırlara yaymakla tanınan haberci. Bu kadar çok müridinin olmasının nedeni şüphesiz dinlere olan hoşgörüsü ve dürüst tavrıdır.
Pattig ; Mani’in babası. Hıristiyan inancında olup,peşi sıra Hıristiyan bir tarikata girişiyle hayatını değiştiren,beş yaşındayken Mani’yi de annesinden koparıp yanına alan. Mâni’in haber verdiği dini ilk kabul edenlerden ve son nefesine kadar müritleri arasında bulunandır.
Şahpur; Mani’nin devrindeki en güçlü ve Mani’yi topraklarında barındıran hükümdar. Mani ile güçlü bir dostluğu barındırır.
Denag ; saray erkânındayken Mani’nin dinini kabulle hayatı boyunca her daim onun yanında olmuştur. Yanından ayrılmayan,son nefesinde dahi yanında bulunan kadın.
Hürmüz ; Şahpur’un oğlu ve varisi. Ermenistan topraklarının sorumlusu. Babasının ölümünden sonra tahta geçmiş ancak tören sırasında zehirletilerek öldürülmüştür.
Behram ; Şahpur’un bir diğer oğlu. Hayatı boyunca Mani’ye içten bir kin gütmüş,müneccimbaşıların yönlendirmesiyle hayatına yön vermiştir. Hürmüz’ün ölümüyle tahta geçmiştir. Yine türlü akıl hocaları vasıtasıyla bir ay boyunca Mani’yi prangaya vurdurtmuş ve nihayetinde Mani’nin ölümüne neden olmuştur.
Özet :
Mani peygamberin dünyaya gelişi ile başlayan kitap biyografi tadında roman olarak sürüp gidiyor. Pattig ‘in ak giysililer denen cemaate girmesi peşi sıra Mani’yi de yanına aldırmasıyla Mani küçük yaştan itibaren sıkı bir din eğitimi içine girmiştir. Ancak öğrendikleri kendisine yetmez olmuştur. Başta Zerdüştlük,Budizm,Şamanizm.Budizm ve Hıristiyanlığı da inceledikten sonra tüm bu dinlerin sentezinde oluşan dinini yaymak adına cemaatten ayrılır. O dönemde Roma’nın başında bulunan Caracolla sonu gelmez yıkım ve taş üstünde taş bırakmamalarıyla kendi sonunu hazırlar. Böylece o dönemin İran bölgesinde bulunan Şahmur’un hükümdarlığı Roma’yı alarak en üst seviyelere çıkmıştır. Şahmur Mani’nin methini duyup onu sarayına çağırır. Ve gün itibariyle onun yanından ayırmaz. O artık her konuyu paylaştığı,danıştığı ve konuştuğu kişi olmuştur. Büyüyen topraklar aralarındaki dostluğu soğutur. Mani son kralın son günlerinde ancak yanında olabilmiş. Bu sürede dini 4 kıtayı aşmış ve müritlerinin sayısı her geçen gün artmıştır. Şahmur’un ölümüyle tahta geçen ve Mani den haz etmeyen Behram tabiri caizse sudan bir sebeple Mani’yi cezalandırmıştır. Bir ay süren pranga hapsi neticesinde Mani daha fazla dayanamayıp son nefesini Denag’ın kollarında vermiştir.
Sonuç :
Ülkemizde Mardinli peygamber olarak bilinen Mani’nin dinini yaymak adına izlediği yol ve yaşamı konu alan kitap neticesinde bilmediğim birçok şey öğrendim. Milattan sonra 200lü yıllarda yaşadığına inanılan Mani peygamber Türkiye de çok bilinmemesine rağmen dünyada adının yaygınlığı şaşkınlık nedenim oldu. Öyle ki hümanizmin temelini Mani’nin oluşturduğu açık ve nettir. Günümüzde de manihizmi esas alan insanların sayısı ciddi rakamlar teşekkül ediyormuş. Gerçekten böyle bir peygamber var mıdır bilmiyorum,varsa da neden kuran da ya da hadiste geçer muamma. Ama dünyada yadsınamaz bir etkisi olduğu kesin. Bulunduğu ortamdaki ritüelleri kendi dinine uyarlamasını ustaca başarması neticesinde inanılmaz bir hızla yayılmayı başarmış. Hıristiyanlığın en büyük düşmanı ne Yahudilik ne islammış meğerse, tek korkuları Manihizim den ibaretmiş. Bir kaynağa göre Anadolu topraklarından yayılan dininin temelleri uzun süre topraklarımızda da sürmüş öyle ki Aleviliğin kimi ilkeleri manihizimle örtüşüyormuş. Bambaşka bir niyetle başladığım kitap beni bambaşka yerlere getirdi. Amin Maalouf ciddi bir araştırma yapmış ve uğraşmış anlatmak adına. Görüldüğü üzre başarıyor sanırım.
 

Lüsyen - Can Dündar

Salı, Aralık 21, 2010

Başlıca Şahıslar:
Abdülhak Hamid,Lüsyen,kont Soranzo,Lüsyenin ailesi,Abdülaziz,Mehmet Akif Ersoy,Mustafa Kemal Atatürk. Hamid’in gelini Violet ve torunu,Samipaşazade Sezai,.
Karakter tahlili:
Abdülhak hamid;dönemin şair-i azam-ı. Yeni ve eskiyi birleştirmiş Türklerin dehası olarak görülen insan. Çift karakterli,tutarsız,içkiye düşkün,kadınlara zaafı olan,her daim baş köşede bulunmayı seven.
Lüsyen;Hamid ‘i ölesiye seven,sevdiğine bağlı,şefkatli,dönem dönem aile özlemi çeken.
Kont soranzo;lüsyenin ikinci eşi. Varlıklı bir ailenin mensubu. Lüsyeni kıskanmasına ve çok sevmesine rağmen elinde tutamaz.
Lüsyenin ailesi; Lüsyenin henüz 18 yaşındayken Hamidin uğruna terk ettiği, birinci dünya savaşı sırasında babasını kaybettiği ailesi.
Abdülaziz;dönemin halife padişahlarında. Hamidin yakın dostu. Hamidin yağlıboya tablosunu çizmiştir.
Mehmet Akif Ersoy; dönemin en tanınan usta şairlerinde. Hamidin meclisinde yerini korumuş,cumhuriyetten sonra mısıra göçmüş ve aradaki düşünce farkından dolayı gideren Hamid’ten kopmuştur.
Mustafa kemal Atatürk;cumhuriyet öncesinde Lüsyen ve hamilde tanışmış. Süregiden savaş sırasında öngörüde bulunmuş o zamandan liderliğini belli etmiş,sonrasında da Hamid’i yakınlarında tutmuş devrin cumhurbaşkanı.
Hamidin gelini Violet ve torunu; Hamid’in oğlunun vefatıyla İstanbula taşınmıştır. Violet katoliktir ve kızınıda aynı şekilde yetiştirmiştir. Hamilde Maçka palastaki dairede belli bir süre birlikte yaşamış sonrasında İngiltereye geri dönmüştür.
Samipaşazade Sezai; Hamidin en yakın dostu. Her daim yanında olmuş,ölümüyle Hamid’ en çok üzen olmuştur.
Özet :
İmparatorluk gömleğini çıkarıp cumhuriyet şapkasının takıldığı dönemin sancıları eşliğinde ,inanılmaz yaş farkına rağmen güçlü bağlarla beslenen bir aşk hikayesi. Tarihe düşülmüş küçük dipnotlar. Ana hatlarıyla bilinenlerin perde arkası. Lüsyenin barındırdığı şefkat ve Hamid’in umursamazlıkları eşliğinde süre giden sayfalar.
Sonuç :
sevgide önemli olanın sadece aradaki bağ olduğunun güzel bir vurgusu. engel değil aradaki mesafeler yada seneler. Hamid ile Lüsyen arasındaki sevgi daimdi her dönem.

Dublörün Dilemması - Murat Menteş

Başlıca şahıslar:
Nuh Tufan,İbrahim Kurban,Habip hobo,Hacer,Dilara Dilemma,Pembe Pepe,Taliha teyze,Ferruh Ferman,Umur Samaz,Rıza Silahlıpoda,Roza Silahlıpoda.
Karakter Tahlili:
Nuh Tufan; yetimhanede büyümüş,üstün zekalı albino. Küçük yaştan itibaren her zerresinde zeka barındıran onlarca olay tertiplemiş,tüm bu güçlü kabuğunun altında yumuşacık bir kalbi olan inanılmaz insan! Dilara dilemma’ya aşıktır.  İbrahim kurbanın yaptığı maske sayesinde Ferruh Fermanın yerine geçmektedir. Bu sayede para kazanmış ama ölümle burun buruna gelmiştir.
İbrahim Kurban; Nuh’un en yakın arkadaşı, bilimle ve tasavvufla haşır neşir. Yapay dokular sayesinde gerçeğine bire bir benzerlikte maskeler yapmış.
Habip hobo;gizli servisten. Hocası Umur Samaz’ın ölümüyle Nuh Tufan la ilgilenmeye başlamış. Hocasının kitabını tamamlamak adına Nuh’u takip etmiştir. Hacer eski nişanlısıdır.
Hacer; Habip’in eski nişanlısı. Hala birbirlerini sevmektedirler.
Dilara Dilemma;Nuh’un aşık olduğu,Ferruh Ferman’ın sevgilisi olan kız.
Pembe pepe; Nuh’u ölümden kurtaran, o anda yüzünde Dilara’nın maskesini takmış olan,kitabın nihayetinde Nuh’un kalbine yerleşen hatun. Nuh’un ilkokuldan sınıf arkadaşı.
Taliha teyze; Nuh’un ev sahibesi yapyaşlı insan. Bir rivayete göre cumhuriyetin il düellosu kendisi için aypılmıştır.
Ferruh Ferman;Dr. Torando bezlerinin sahibi olan. Nuh’un yerine geçtiği, Dilara ile sevgili olan. Basit bir arkeolog iken mafya babası kayınbiraderi Rıza sayesinde bebekbezleri kralı olan. Roza ile evlidir. Rıza nın onun öldüreceğini anladığında Nuh’u kiralayıp kendi yerine geçmesini sağlamıştır. Yine ölmekten kurtulamamıştır.
Umur Samaz; Habip Hobo’nun hocası. Gizli servisten bir profesör. Çok satmayan birkaç kitabı bulunuyor. Nuh’un arkadaşı köpeğini kaçırdığında onunla tanışan ve onunla ilgili kitap yazmaya başlayan,rıza nın adamları tarafından öldürülen.
Rıza Silahlıpoda; Ferruh’un kayınbiraderi,mafya babası,Roza’nın abisi. Zorba !
Roza Silahlıpoda;Ferruh’a kancayı takıp evlenen,sonrasında çocuğu olmadığı için akıl sağlığını yitiren,uzun yıllar komada kalıp Ferruhla aynı gün ölendir.
Özet :
Nuh’un arkadaşlarıyla birlikte atıldığı sonu gelmez maceralar. Bir süre sonra öyle bir raddeye geliyor ki olaylar. Ölümle dansa başlıyor. Her satırında heyecan ve gerilim. Bol bol eğlence. Anlatılmaz okunur bence J
Sonuç :
Kelimelerin sihirli gücüne dair güzel bir keşif, hiperaktif bir zekayla tanışma faslı.

İstanbul Hatırası

Çarşamba, Aralık 15, 2010

Ahmet Ümit hayranları için, daha önce hiç Ahmet Ümit romanı okumamışlar için, poliseye sevenler için, polisiye sevmeyen tarih meraklıları için..
Kısacası herkes için...
Bu kitabı okuyup, sevmeyecek birini düşünemiyorum.

Başkomser Nevzat'ın çözmeye çalıştığı serii cinayetlerde İstanbul'un tarihi aydınlanıyor. Kent hakkında dünya kadar bilgi ediniyor, o bilgi ışığında İstanbul'a bir kez daha hayran kalıyorsunuz.

'Melekler ve şeytanlar'a benzetildiğini okumuştum.
'Melekler ve Şeytanlar'ı okumuş, çok sevmiştim ama bu kitap daha güzel! Polisiye olmasının dışında bir benzerlikleri yok.
Bu kitaba bu şekilde haksızlık edilmesin.
Okumaktan memnun olduğum, şiddetle tavsiye ettiğim bir kitap.

Benim için en sevdiklerimin arasında yer alacak...

Huzur Sokağı - Şule Yüksel Şenler

Perşembe, Aralık 09, 2010

Bir arkadaşım hediye etti bana bu kitabı. Kitabı bana uzatırken dediği laf şuydu: "İçinde kendini bulacaksın." Öyle de oldu...

Yeni dünya düzeninin arasında kalmış, özlenilen ve istenen hayatı temsil eden Huzur Sokağı ve sakinlerinin hikayesidir. Sokakta yaşayan Bilal ve Feyza'nın sürükleyici hikayeleridir. Hasretiyle yanıp tutuşulan, olması gerekeni gösteren, bir çok hasletin kendisinde toplandığı ismiyle müsemma bir sokakta yaşanılanların hikayesi...

Sokağın beğenilen terbiyeli ve ahlaklı evladı, üniversite öğrencisi Bilal ve mahalleye yeni yaptırılan konutlara taşınmış, din ve İslam'dan bihaber yetişmiş Feyza'yı konu almaktadır. İslam uğruna terk edilenler anlatılmıştır, İslamî yaşayış için feda edilenler...

Harabeye dönmüş gençliğin, ahlaki bozukluğu ve içinde bulunduğu zifiri cehaletin kaskatı görüntüsü yansıtılmaktadır... Ahlaksızlığın ve edebsizliğin kol gezdiği şu devirde, yaşanılanlar, özentiler, benliğinden vazgeçişler... Cehalet denizinde boğulan gençler... Bu çirkefliğe kurban giden gencecik yürekler...

Ne söylense az tabiri kullanılır ya hani, işte öyle bir kitap bu. Kendisine zincirle bağlamaktadır adeta. Ve bu zincir, ancak ve ancak onu okuyup bitirmekle kırılabilmektedir. Hediye aldığımın ertesi günü okudum kitabı. Bırakamadan, soluksuz... 540+ sayfadır ve her satırı, her kelimesi insana yalın bir heyecan, derin bir düşünce katmaktadır...

Okudukça düşündürmektedir insanın kenisini... "Peki ben nasılım?" soruları her saniye insanın aklına nüfuz etmektedir. İnsanı, varlığına, var olma sebebine rücu ettirriyor. İnsan, bu kitabı okurken imreniyor, kıskanıyor, mutlu oluyor ve de üzülüyor... Tarifi mümkün olmayan ve her satırında değişiklik gösteren duygular kümesini barındırıyor kendinde bu kitap...

Ardında bıraktığı düşünceler, insanın kendisine yüklediği manalar... Olması gerektiği gibi, kendisine "Peki ya sen?" sorusunu sormaktan kaçamıyor insan...

İşte o muhteşem eserden bir kaç atıştırmalık alıntı:

##
Derdim! Yeter, sakin ol, dinlen biraz artık;
Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam;
Siyah örtülere sardı şehri karanlık,
Kimine huzur iner gökten, kimine gam...

##
Gözlerimi açtığımda kendimi jaluzilerinden bol bol güneş ışığı süzülen son derece lüks ve konforlu bir yatak odaında buldum. Odada kimseler yoktu... Buraya ne zaman gelmiştim? Niçin gelmiştim? Bu geniş karyolada ne işim vardı?

Çılgınca bir hamleyle yerimden fırladım. Fakat o ne? Üzerimde hiç bir giyim eşyası yoktu... İşte o an, acı hakikat balyoz gibi beynime çakıldı kaldı... Ve perişan bir halde tekrar yatağın üzerine kapanarak avaz avaz bağırıp haykırmaya, hıçkırıklarla sarsılmaya başladım... Ağlamamın, dövünmemin faidesiz olduğunu bile bile...

...Daire kapısını açıp çıkmak üzere elimi kapıya uzattığımda, kapının üzerine raptiye ile tutturumuş bir kağıdın üzerindeki tek kelimelik yazı ile olduğum yerde şiddetle sarsıldım... Kağıdın üzerindeki kırmızı renkli kalemle ve koca koca harflerle sadece "MERSİ" yazmaktaydı...

##
Hayatınızın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızıiman ile hayatlandırınız, feraizle zinetlendiriniz. Ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz...

##
Ey zevk ve lezzetle mübtela insan! Hakiki zevk, elemsiz lezzet, kedersiz sevinç ve hayattaki saadet, yalnız imandadır. Ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa dünyevi bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurdurur gibi hayatın lezzetini kaçırır...

##
Bedbahtlığımıza, zavallılığımıza ne kadar ağlasak azdır Leyla'cım. Bizler, ahlaksızlığın muteber sayıldığğı, tarihin yüz karası olarak addedilebilecek zulmetli bir devirde gözlerini dünyaya açmış, cidden bahtsız bir nesiliz. Bizi, medeniyet ve ilericilik teraneleri altında dinsiz, maneviyatsız, bütün mukaddes değerlerimizi geriliktir diyerek hor görüp çiğneyen, benliğine sırt dönmüş bir nesil olarak yetiştirenlerden bu nesil bir gün elbette hesap soracaktır. Senin bu saf ve acı gözyaşların aslında bu neslin gözyaşlarıdır. Bu hayatın, bu İslami hayatın tadını bir tadabilsen...

Bir Gün - David Nicholls

Perşembe, Aralık 02, 2010



'Ah, Tanrım! Korkarım ki umduğumu bulamadım!!!'

kitabı daralmış bir ruh hali içinde bitirip kenara koyduğumda tam da bu cümleyi kurdum işte..

öncelikle, bana yukarıdaki cümleyi kurdurtmaya vesile olan tercüme sağolsun,  türkçe dublajlı amerikan filmelerindeki hiç sevmediğim o sesler ve berbat vurgu ve tonlamaları, sık sık kulağımda çınladı, beni de epey bir bunalttı.. 

kitabin reklamında, kapaginda, ic sayfalarinda bir yigin olumlu elistiri var.. bu kadar çok övülünce ister istemez beklentileriniz yükseliyor, ve okuyunca   -bende olduğu gibi- umduğunuzu bulamayabiliyorsunuz.. mesela kitabın kapağında 'enfes bir aşk hikayesi' yazıyor, ama ben kitapta aşk bile göremedim, birakin 'enfes'ini.. sevgiydi belki, biraz da bağlılık.. ama "aşk" diyemem.. dersem Leyla ile Mecnun'a, Ferhat ile Sirin'e ve bizim kültürümüzde yasanmis nice güzel aşklara ve hala tek tük yasananlara büyük haksizlik etmis olurum.. bu yüzden Bir Gün benim gözümde, enfes bir ask hikayesinden ziyade "nerde o eski asklar" diyerek baktigimiz günümüz carpik iliskilerinin bir yansimasi.. ama basarili bir yansimasi..
 
ayrica çok gerçekçi bir roman oldugunu söylemeliyim.. hayranlık uyandıracak olağanüstü hiçbir şey yok.. karakterler de öyle..  mükemmel degiller ve bir sürü basarisizliklari, hayal kirikliklari var.. o kadar hayatin icinden insanlar ki, onlarin bir yerlerde mutlaka var olduguna inaniyorsunuz.. bu konuda gercekten hakkini vermeliyim,  kitabin en begendigim kismiydi karakterler..

dikkatimi çeken bir diğer şeyse, yazarin duygusallıktan sanki bilerek uzak durmuş olmasi..  çok fırsat vardı, duyguları harekete geçirip, okuyucuyu gözyaşına boğacak.. ama o abartılı ve ağdalı bir dilden sanki özellikle kaçmış ve öyle basit anlatmış ki zaman zaman hayret ediyorsunuz..

kitap ic sayfadaki bir yorumda dediği gibi 'iyi bir sosyal ingiliz romanı', iki kişinin hayatının çevresinde dönen.. çok fazla gerçekçi ve bence biraz iç karatıcı da olan.. hayaller ve hayal kirikliklarinin bir fotografi adeta.. enfes bir aşk hikayesi beklemeden, kitaba bu açıdan bakılırsa gayet beğenerek okunabilinir..
 
ayrica aldigim bilgilere göre bu kitabin filmi de cekiliyormus ve önümüzdeki yil vizyona girecekmis.. sinemada degil ama, dvd veya internetten izlemeyi düsünüyorum ben de..
 
paylasabilecegim bir alinti ise maalesef yok, cünkü etkileyici tespitler ve edebi cümleler  mevcut degil..

muhabbet ile..

Yüksek Topuklar

Çarşamba, Aralık 01, 2010

Hayatım içimden geçen cümleler içine geçti...

Bu kitabın ilk çıktığı zamanları ve o zamandan itibaren bu kitabı okumayı istediğimi hatırlıyorum.
İlk okumaya başladığım andan itibaren sardı, sarmakla kalmadı o kadar çok doğru tespitle karşılaştım ki bi yerden sonra cümlelerin altını çizmekten vazgeçtim.

Kitap birinci ağızdan anlatılıyor. Bütün bu anlatıların müsebibi 5 yaşında bir kız çocuğu. Ama o kadar geniş bir öykü ve öyle bir kadın hikayesi ki, yazarın erkek olmasına hatta bunun kurgu olmasına inanmakta güçlük çekiyorsunuz.

Yeryüzünde hiç bir kadın bir erkeğin kaderini baştan aşağı değiştiremez ama herhangi bir erkek herhangi bir kadının kaderini baştan aşağı değiştirebilir.

... Bir anaşist gibi hissediyor, bir aristokrat gibi acı çekiyor, küçük bir burjuva gibi kaçıyorum.
Hayat bazılarına mutsuz olmakla duygusuz olmak arasında bir tercih hakkı tanır, daha fazlasını değil
.

Beklentisi yüksek kadınların yalnızğı daha koyu olur.
Büyük lafların gölgesinde geçen hayatlar bir daha iflah olmuyor, geçip gittiğiyle kalıyor; zaman, aşk, herşey.

Muhammet Bozdağ-İstemenin Esrarı

Pazartesi, Kasım 29, 2010

Esselamu aleykum...

Sizlere sayfalarını nurani bir iştiyakla çevirdiğim, bitmesini hiç istemediğim, her an yanımda taşımak ve kalbim karardığı an, açıp okuyarak rahatlayacağıma inandığım bir kitaptan bahsedeceğim...

Muhammet Bozdağ/İstemenin Esrarı; Kitap size varolduğunu bildiğiniz ama açmadığınız bir kapıyı aralatacak... Kitabı okuduktan sonra tavır ve davranışlarınızda farklılıklar göreceksiniz... Bazen istemeden de olsa yaptığınız hataları farketmenizi sağlayacak. Sevdiğiniz herkese hediye etmek isteyeceksiniz :) Benim gibi... Kesinlikle bu kitabın tüm kütüphanelerde yer alması gerektiğini düşünüyorum, eğer okursanız beni anlayacaksınız...

Sizlerle altını çizdiğim (böyle dediğime bakmayın her satır çok kıymetliydi) birkaç alıntı paylaşacağım...

* Güç bileğinizde yada beyninizde değildir; güç, şefkatli Sahibinize yönelen çaresizliğinizde, kalbinizin temizliğinde ve isteklerinizin içten olmasında gizlidir.

* Evrende rollerin üstünlüğü yada önemsizliği yoktur. Rolleri iyi yada kötü oynamak vardır.

* Siz elinizden geleni yaptıktan sonra, ilahî kaderin hakkınızdaki takdirini sabırla, rızayla ve şükürle karşılayın. Böylece Yaratan'la aranızdaki sevgi bağını korur, ikbalinizi açarsınız.

* Dua eden için Allah'ın çareleri bitmez. Allah izin vermezse en basit çözümü bulamazsınız. Allah dilerse en akla hayale gelmeyen çareyi keşfedersiniz.

* Eğer istediklerimiz bize sunulursa, bir zamanlar onlar için yalvardığımızı unutacak mıyız? İçtenlikle teşekkür etmeyi ihmal edecek miyiz? Yoksa elimizdeki ilahi emanetlere duyarsızlaşarak, onları kalbimizde değersizleştirecek miyiz?

*Başarmak için teknikler ve stratejiler gereklidir; ama yeterli değildir. Nice istek, başarıya, derin ruhaniyetin omuzlarında, tekniksiz, stratejisiz ulaştı. Nice stratejinin de sonu çökmek oldu.

* Bir çocuk "bugün hava yağmurlu" diye üzüldü. Yağmasaydı gezintiye çıkıp eğleneceklerdi.Oysa yağmuru istememek, o gün biraz olsun dolaşabilmek için zeminin ıslanmasını dört gözle bekleyen salyangozların biraz daha ağlaşmalarını dilemekti.

Keyifle okunmasını dilerim...

Bir Bahçe Düşü-Ali çolak

Cuma, Kasım 26, 2010


İsmi bile sizi alıp,baharın koynunda güzelce uzanmış bir bahçeye bırakabilir.Çeşit çeşit meyveler,eşsiz tatlar ve kokular...

Bunları okadar güzel betimleyip anlatıyor ki Ali Çolak, bir kere daha hayran kaldım kalemine.
Yalın bir dili var, uslup çok sağlam.Deneme nedir , okurken anlıyorsunuz.
Yine eskiye özlem var biraz,biraz bugün den var,biraz yarından.Edebiyat var,öykü var,edebiyat aşığı gençler var, "ah nerde o eski ustalar?" var... Var, gerçekten güzel şeyler var.
Denemeler her zaman farklı bir yerde olmuştur benim için.Çünkü bu tür,günlük hayata başka bir pencere açıyor.Sol elle iş yapmak kadar zor ve keyifli.Rutinlere getirilmiş bir sıradışılık...
Yürüme gibi doğal ve her gün istisnasız yaptığımız bir eylemi öyle bir sunar ki deneme size, yürümek için çıldırabilirsiniz.Deneme yazarlığı ise bir okadar zor.
Dağdalı cümlelerle değil ,yalınlığa sadeliğe kendi uslubunuzla sahip olarak yazılan denemeler harikulade bence.Bunu yapabilmekse ciddi bir emeğin ve zamanın işi.
Ali çolak bu tanımlamaya uygun.Ne abartılı söylemlerle iç bayar, ne de uslupsuz bir yazar.
Kalemiyle güçlü,uslubuyla farklı. Düşünün, söz konusu olan,önünden geçip gittiğimiz bahçeler.
Bahçelerle ilgili o kadar çok yazmış olan yazar ve şair mevcutmuş ki ! Yahut bir ayva mesela.
İlhan Berk'in ayvayla olan dostluğunu ben nereden bilirdim? Deneme ama nasıl deneme...

Sıradan olay ama nasıl sıradan? Okadar çok şey söylenmiş,bunları bir bir sıralamış Ali çolak. Hayran olunası değil mi? Haksız mıyım?
Ben şahsen çok seviyorum denemelerini. Eğer deneme sevenlerdenseniz,ısrarla tavsiye ediyorum.

E ben sevdim,eller alsın ozaman :)

Kayıp Gül - Serdar Özkan

Perşembe, Kasım 25, 2010

merhabalar,

şu an hakkında yazmak istediğim kitap, yanda  gördüğünüz üzere 'Kayıp Gül'.. bir arkadaşımın rafında görüp kapağının cazibesine kapılmıştım ( o kitapta yan taraftakindeki gibi beyaz bir blok yok).. her ne kadar 'uluslararası bestseller' ifadesine şüpheci baktıysam da bir okumak lazım diyerek ödünç aldım.. kapaktan ve 'bestseller' ifadesinden sonra dikkati cekense kitabın arkasına, önüne yani müsait görülen her yere beklentiyi yükselten bir sürü olumlu yorum yazılmış olmasi.. almanya'daki kitaplarda bu yillardir yapiliyor.. arka kapakta 2-3 lafina sözüne itibar edilen kisi veya gazete-derginin olumlu eletirisine yer veriliyor.. ama abartmayi seven bizim milletimiz bu konuda da vurmakla kalmayip öldürüyor.. 2-3 sayfa övgü dolu sözler, hepsini pespese okuyunca zannedersiniz ki dünyanin en önemli kitabini elinizde tutuyorsunuz.. daha önce okudugum 'Bir Gün' isimli kitaptada bu böyleydi, 'Kayip Gül'de de öyle.. haliyle bu kadar övgü dolu sözlerden sonra sizin de beklentiniz yükseliyor.. ve maalesef cok satsin diye yerlestirilen onca övücü yorumlardan sebep, sonuc hayal kirikligi oluyor.. bu yüzden sevgili yayinevleri, illa ki yapacaksaniz bu isi bir iki degerli yoruma yer verin yeter, gerisini okuyucuya birakin lütfen!!

gelelim kitap hakkinda söylemek istediklerime.. kayip gül, akici bir üslupla yazilmis ve cabucak bitiyor.. kitapta cevresinin etkisinde kalan ve zamanla artik kendini kendisi yapanin cevresi ve popülaritesi olduguna inanan ve onlarin beklentilerine göre yasamaya baslayan bir genc kizin 'kendini bulma' süreci anlatiliyor.. bu sürecte en büyük rolü annesi oynarken, gül bahcesine yolculuk ve dinledigi hikayeler de bu yolculuguna ivme kazandiriyor..

Kayip Gül'ü kiyaslandigi kitaplarin (Kücük Prens ve Simyaci'nin) cizgisinde ve hatta onlarin etkisinde diye nitelendirebiliriz.. ama onlarla boy ölcüsecek bir yetkinlige sahip oldugunu düsünmüyorum.. evet konusu güzel, güzel bir hikaye icinde de anlatilmis verilmek istenen mesaj.. ama yeterince ustaca islenememis.. birazdan paylasacagim güzel cümleler ve ifadeler mevcut olsa da, daha carpici ve vurucu olmaliydi 'kendini bulan' bir insanin öyküsü.. bu yönüyle beklentisi ve citasi yüksek okuyucuyu tatmin etmeye yetmedigini düsünüyorum ve kitap hakkindaki okudugum diger yorumlardan da bunu cikariyorum.. ama cok fazla okumayan, belki okumaya yeni baslayanlar begenerek okuyabilir.. hatta onlara tavsiye edilir..

kitap bana ait olmadiginda altini cizemedigim bir kac cümeyi de paylasmak isterim buradan :)

* kendini özel hissetmek icin ihtiyacin olan tek sey kendinsin.

* (pervanenin) isiga dogru telasla kanat cirpmasi, onu cepecevre kusatan losluga bir isyandi sanki. belirsizlige isyandi. isikta eriyip gitmeyi bir ömür boyu karanlikta ucmaya tercih etmisti o.
  

* görmek icin sadece gözlerimi kullansaydim, kaybolurdum karanlik dünyanizda.
 
* resim yapiyordum zaten, sorun zamansizlik degildi. sorun yaptigim her yeni resmin bir öncekini aratiyor olmasiydi. sonucta, ben de her ressam gibi, tuvale icimi boyuyorum. bu boyanin her gecen gün solgunlastigini fark etmeye baslamistim. eski renklerim icin ayrilmak zorundaydim kisacasi.


* "sonunda kendimden baska bir sey icin sevilerek cezalandirilmak istemiyorum"
   "ne? kim kimi neden seviyor ve kimi cezalandiriyor?"
   "eger benden harvard'da okudugum icin hoslanacaksa, hic hoslanmasin daha iyi. ben egitimim   

    degilim cünkü. zekam degilim, iliskilerim degilim, isim degilim. bunlarin toplami da degilim."
   "kim oldugunu biliyor musun peki?"
  "ben sadece.. ben sadece benim."

* kimi insanlar tanri'nin gündelik meselelerimizle ilgilenmeyecek kadar büyük ve yüce olduguna inanirlar. oysa O büyük ve yüce oldugu icin bizim en kücük meselelerimizle dahi ilgilenir.


mutlu günler efendim :)

Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır?

Çarşamba, Kasım 24, 2010

Esselamu aleykum...

"Bülent Akyürek/Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır" Bayramda misafir molalarında okuduğum kitap. :) Kitap akıcı üslubuyla sizi sarıyor. Yazar düşüncelerini katı ama sempatik bir dille ifade ediyor. Gülümserken düşündürüyor...

Yazarımız hakkında beni şaşırtan ve utandıran bir bilgiden bahsedeceğim.. Yazarımız 35 yıl ateist olarak yaşamış, yaklaşık 5 yıllık iman bilinciyle de bu kitabı yazmış... Etkilendim, Rabbim hidayetini artırsın... Meal bilgisi çok kuvvetli, kitapta sık sık rastlayacaksınız... Okunasıdır...


Altını çizdiklerimden tadımlık :)

* "Allah affetsin."  diyerek kendisini anında bağışlayan insan, üç kuruş alacağı için borçlusunu bağışlıyor mu acaba?..

* Namaz; namaz kılan kişiyi tövbeye, tövbeyle birlikte de doğru yola yönlendirmeyi garantiler. Tövbe ve doğru yola girmekle birlikte kaygı, endişe, çatışma ve suçluluk duygularından arınacaktır...

* İnsanların aksattıkları ibadetlerine baktığımızda bütün bahanelerinin rızık probleminden kaynaklandığını görüyoruz. Göktekileri bırakıp yerdekilere tutundukça da sorun çözülmeyecek. Rızık için korkup titrediğimiz zaman Allah'a olan imanımızı sorgulamak gerekiyor...

* Türban yasağı insan hakları ihlalidir. Kafasına türban takarak üniversiteye giden bir erkeğin hukuksal bir sorunu olamayacağına göre bu iş sadece kadınları bağlıyor! Her halta "Kadın hakları!" diye çığırtkanlık yapıp sokaklara dökülen kadın dernekleri, morumsu çatılar, aydın solcular neredeler?...

* İbadet etsin diye yaratılan insanoğlu asıl işini, namazı terk ederse ona insan denir mi?...


                                                                                                                                      Keyifli okumalar...

İyi Günde Kötü Günde Evlilik

İyi Günde kötü Günde Evlilik - Hekimoğlu İsmail
 

"Evliiğin gayesi hayırlı evlat yetiştirmek, haramlardan korunmak, mesut olmak ve yalnızlığın ıstırabından kurtulmaktır."


"Kadının da erkeğin de en büyük hakkı ve sorumluluğu insanca yaşamak ve kibar olmaktır."

"Eşine köle olanlar onu kendisine köle etmiştir. Karşımızdakinden iyilik istiyorsak evvela biz iyi olalım."

"Tebessüm etmesini bilen, eşini tenkit etmeyen, eşinin akrabalarına iyi muamele eden, dargın durmayan ve yüksek sesle konuşmayan hanımdan veya erkekten eşi neden soğusun?"

"Eşi için ruj sürmeyen kadın, dışarıya çıkarken kimin için ruj sürüyor?"

"Erkek ve kadın birbirini güzel sözcüklerle çağırmalı. İslam'da edep, hürmet ve saygı esastır."

***

Hekimoğlu İsmail'in yazınsal açıdan göze çarpan bir üstünlüğü yok ama sözleri yine de yerine ulaşıyor. Samimi söylenen söz hedefini bulur derler ya, bence Hekimoğlu'nun kaleminin gücü de samimiyetinden geliyor. Kitaplarında sanatsal, ağdalı hiçbir ifadeye rastlamıyorsunuz. Ne söylemek istiyorsa onu söylüyor, bunun için kaç kelime gerekirse o kadar kelime kullanıyor. Kendi için ya da sanat için yazmıyor, hizmet için yazıyor. Bence onun sanatını da en iyi bu cümle özetliyor.

Öneri: Evli olanlar yada evlenmeyi düşünenler, evliliğe bir şekilde kafa yoranlar için başucu kitabı olmalı bu eser. Kendiniz satın alın, altını çize çize okuyun ve muhakkak kütüphanenizde bulundurun derim.

Mevlana


İskender Pala - Mevlana

İskender Pala'nın edebi dilinin güzelliğini bilmeyen, o dilin içinde kendini kaybetmeyen yoktur herhalde. Eğer hala bir İskender Pala kitabı okumayanımız varsa, aciliyetle tavsiye olunur.

Bu kitabı, Mevlana'yı bir de İskender Pala'nın dilinden okumak arzusu güderek almıştım. Bu isim, aslında bir kitabı satın almama yetiyor elbette. Bir de bütün dünyanın tanıdığı Mevlana, İskender Pala'nın dilinde buluşunca okumak kaçınılmaz oldu.

Kitabın bana göre tek eksiği, kısa oluşuydu. Kitaptan aldığınız haz, damağınıza bıraktığı o enfes tat, hevesinizi kursağınızda bırakıyor. Dil olarak kitap okuyan kesimler tarafından kolayca anlaşılabilir bir yapıda.

Kitapta ilk olarak Mevlana'nın şiir tadında kısa bir hayatını okuyoruz. Öyle derinlemesine inen, hayatıyla başbaşa bırakacak şekilde değil. Mevlana'nın kısa hayatından sonra Mesnevi'den alıntılar yapılmış. Kısa, tatminkar ve de düşündürücü hikayeler, akıcı bir üslupla kalemin ucunda hayat bulmuş adeta.

Daha sonra gazellere yer vermiş yazarımız. Mevlana'nın sürekli söylediği ve Çelebi'nin yazmakla yetiştiremediği o müstesna gazeller... Her biri ayrı bir esinti hissettiriyor insanda... Bambaşka alemlere sehayat ediyor insan, kelimeler kanat oluyor da uçuruyor insanı o alemlere...

Ve son olarak da rubailer yer almış kitabın sonunda... Ah o rubailer... Edebiyatın güzelliğine gark oluyor insan bu anlarda. Okumaktan alamıyor insan kendini, okudukça tükeniyor sayfalar. Tükendikçe başkalaşıyor adem... Kitabın sonunu görmeden bu anları başa sarası geliyor insanın...

Kitaptan bir kaç satır kelam ederek nihayete erdirelim:

---
Sonsuzdur aşk, sahili olmayan bir deniz igib sonsuz...

Bir deniz, hiç bir yere yaslanmayan... Bir deniz, hiçbir yerde asılı durmayan... Ama varlığın sırrını taşımaktadır ta baştan beri...

O denize dalmış bütün canlar, o denizde oturmada bütün varlık.

Bir tek damlası umuttur o denizin de, geriye kalanı hep korku...

--
Yaydan fırlayan ok gibidir ağızdan çıkınca bir söz. Ve hiç geri dönmüş değildir atıldıktan sonra bir ok.

Seli başından bağlar ileriyi gören kişi. Ve geçtiği yerleri harap eder baştan bağlanılmayan sel.

Ne tükenmez hazinesin sen ey dil ve ne devasız bir dert!...

--
Şark metinlerinde klasik bir hikaye vardır: Bütün zamanların en büyük aşığı bülbül, sevgilisi gülün açıldığı anı merak eder, onu görmek için saatlerce goncanın karşısında göz kırpmadan beklermiş. Gül ise bir türlü açılmak bilmezmiş. Bülbül bütün gece boyunca gözlerini ovar, bedenini gagalar, hatta dikenlere dokunarak uyanık kalmaya çalışırmış. Nihayet tanyeri ağarırken bir an için dalar, o tedirginlik ile hemen silkinir gözlerini açarmış. Ama ne çare; gül açılmış bile...

--
Dedi ki Lokman: "Efendim! Senin nimetinden çok faydalandımben. Çok beslendi tenim ve canım nimetlerinden...

Sencileyin bir efendinin, ayıptır sunduğu bir şeye acıdır demek ve nimetine yüz buruşturup ekşi surat göstermek...

Bedenimde bellidir hakkı nimetlerinin; saymakla biter mi nasibi her kemiğin, ya ki derinin?...

Katnalamayacaksa acısına senden bir acı lokmanın, toprak serpilsin başına da, canına da bu Lokman'ın...

Aşkın Gözyaşları

Esselamu aleykum...

Merhabalar... Öncelikle yeni bloğumuz "Kitap Üzerine Okur Yorumları..." hepimize hayırlı olsun... Bu blog için çok heyecanlıyım, güzel paylaşımlara imza atarız inşâAllah, sizlerinde katkılarıyla... Bloğumuzun açılışını da çok anlamlı bir günde yapıyoruz, bildiğiniz gibi bugün Öğretmenler Günü... Öncelikle Başöğretmen M.Kemal Atatürk'ü saygıyla anıyor ve tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kuluyorum...

Ve artık müsadenizle ilk kitabımızın yorumuna geçiyorum..



Aşkın Gözyaşları çıktığı ilk günlerinde çok satanlar listesine girdi ve olumlu eleştiriler aldı....

Beni kitaba çeken şey kapak resmiydi :)
Arka kapağını bile okumadan aldım, ki bunu hiç yapmam...
Pişman olmadım, bence 10 üzerinden 10'du...

Tahmin edeceğiniz üzere kitap, Şems ve Mevlana aşkı çerçevesinde ilerliyor...
Ama benzerlerinden farklı olarak bu sefer Şems'in anlatımıyla okuyoruz yaşananları...
Kitap, daha önce okuduğumuz kitaplardaki birçok önyargıyı çürütür nitelikte... Şaşıracaksınız...

Şems'in hayat hikayesini alışılmışın dışında Mevlana ile tanışması ve sonrası değil, öncesini de okuyoruz bu sefer... Çocukluğunu, gençliğini... Sırlı hayat hikayesini... Mevlana'yı nasıl sınavlardan geçirdiğini, Konya halkıyla olan münasebetini, Kimya hatun'la aralarında yaşanan saf aşkı.... hüzünlenerek, iç çekerek okuyacaksınız...

Kitapta altını çizdiklerimden tadımlık... (:

*Birgün Urfa'da bir adam gördüm. Kırbaçlandığı halde çıkmıyordu sesi. Kırbaçlandıkça susuyordu. Peşine takıldım ve niçin kırbaçlandığını sordum. Bir kadına âşık olduğundan bu hale düştüğünü söyledi. "Bu kadar acı çektiğin halde neden ses çıkarmadın?" diye sordum.
"Sevgilim bana bakıyordu" dedi.
Bunun üzerine kendisine: "Ya yüce Allah'ın seni hep gördüğünü bilseydin!" dediğimde haykırarak yere düştü.

*Caminin duvarının dibinde birisinin yüksek sesle şöyle dua ettiğine şahit oldum,
-Allah'ım bana rahmet kapısını aç.
-Allah'ın rahmet kapısı kapalı mı ki açmasını istiyorsun? Rahmet kapısı her zaman açık. Kapın açık mı sen ona bak!
-Nasıl dua edeyim?
-Günahları terk etmekten daha güzel dua mı var? Sen dünyayı ahirete götüremeyeceğine göre. Öyle yaşa ki dünya seni ahirete götürsün.

*"Yarın ola aşk ola..."


Keyifli okumalar...