Baş Kitabımız

Baş Kitabımız

Dostlarımız

Dostlarımız

Kütüphanemiz

Kütüphanemiz

Kitaplarımız

Kitaplarımız

Saklı Ülke - Maud Mangold

Cuma, Eylül 30, 2011

Ben bu kitabı n'aparım biliyor musunuz? Yerim. Kitabın ismi bile yemelik değil mi baksanıza? Ve ben tam 6 sene kitaplığımda kimsesizliğe, yalnızlığa terk etmiştim bu masalsı kitabı. Ama şimdi okunan diğer arkadaşlarının yanında mutlu ve pek bir yakıştı oraya. :)

2005 yılında Tüyap Kitap Fuarı'ndan almıştım. O gün kardeşimle  babamı resmen sömürmüştük. Ne güzel bir gündü. Bu arada fuara da az kaldı millet. Ne kadar uzaklığından, kalabalığından şikayet etsek de bir yanımız oraya gitmeyi hep istiyor değil mi? O gün aldığım bir diğer kitaba da bugün başladım. Yan tarafta fotoğrafını gördüğünüz korkunç isimli kitap.

Saklı Ülke, adı üstünde saklı bir ülke. Orman cinlerinin, dans edip ışık saçan perilerin ve Dünya'nın koşturmacasından usanıp oraya taşınan normal insanların ülkesi. Oliver ve Terry tesadüf eseri Saklı Ülke'ye giriyorlar ve macera başlıyor. Onlara ülkede yaşayan sarı saçlı tatlı bir kız, Sabrina eşlik ediyor.

Anladığınız üzere bu bir çocuk kitabı. Sürü'den sonra o kadar iyi geldi ki anlatamam. İki dakikada 5-6 sayfa okuyabildiğim için çok mutlu oldum :) Aslında 1-2 günde bitirebilirdim ama ben bu çocukları çok sevdim ve onlardan ayrılmak istemedim.O yüzden yavaş yavaş okudum. Ama maalesef her kitabın olduğu gibi Saklı Ülke'nin de bir sonu vardı ve bitti :( Sinemaya uyarlanmış ama rastlayamadım. İzlemeyi çok isterdim halbuki.

Benim aklım Saklı Ülke'de kaldı. Hadi görüşürüz.

Arka Kapak:
"Önce bir sis gördüler. Çayırın üzerinde dolaşan hafif bir sis çemberi. Bu sis çemberi yavaş yavaş açılarak, yaşlı diş budak ağacının etrafında dönmeye başladı. Ses iyice artmıştı. Belirli bir melodi değildi bu, bir mırıltı gibi ve dalga dalga yükselen bir şey.Sonunda sesler kulakları sağır edecek yüksekliğe ulaştı. Çocuklar ellerini kulaklarına bastırarak, büyülenmiş gibi seyretmeye başladılar.Sislerin içinde yüzlerce, hatta belki de binlerce küçük siluet belirmişti. Hafif ve şeffaftılar. Hepsi de tıpatıp birbirlerine benziyorlardı. Örümcek ağı gibi ince kıyafetleri vardı. Minik ayaklarıyla ağacın etrafında dönerek dans ediyorlardı. İnanılmaz güzeldiler. Çocuklar bütün önlemlerine rağmen kulaklarına sızan o tek düze müziğin etkisiyle büyülenmiş gibiydiler. Sislerin arasından durmadan yeni su perileri çıkıyordu.Birkaç su perisi çocukların saklandıkları yere oldukça yaklaşmış, kocaman parlak gözlerini onlara doğru çevirmişti, sanki çalılıkların içini görebiliyor gibiydiler. Yakından bakıldığında yüzlerinin birbirinden farklı olduğu ayırt edilebiliyordu. Ama hepsinin yüzünde aynı uzaklık ve oyuncak bebeklerde görülen o donuk ifade vardı. Yüzlerinde, o tek düze melodiyi çıkaran ağızlarının dışında hiçbir şey hareket etmiyordu. Çocukların olduğu çalılığa yaklaşan su perileri tekrar ağacın etrafında dönen gruba katıldılar.Gittikçe daha hızlı dönüyorlardı ve sonunda, tek tek ayırt edilmelerinin imkânsız olduğu bir hıza ulaştılar. Artık ağacın etrafında dalgalanan bir tül gibiydiler. O tül, yavaş yavaş mavi bir renk aldı, sonra her bir çevrimde rengi açılarak beyazladı ve en sonunda öylesine parladı ki, çocuklar gözlerini kapatmak zorunda kaldı..."

Sürü - Frank Schatzing

Bittiğine inanamıyorum. Ne zamandır bir kitabı bu kadar uzun sürede bitirmemiştim. Tam 20 gün. :)

Kitabın kapağında The Times'in yorumu var ; ''Yeri göğü inleten dev bütçeli bir film gibi..'' diyor. Kesinlikle öyle.Okurken gözünüzün önünde sahneler birebir canlanıyor. Öyle ki çok heyecanlı bölümlerde kalkıp ayakta okumaya başladım.Heyecandan oturamıyordum çünkü :) Bu yazdıklarıma aldanıp kitabın baştan sona böyle heyecanlı gittiği sanmayın. Fenalıklar geçirdiğim de oldu.Kendimi kitap bittikten sonra ''okunacaklar kulesinin'' önünde hayal ettim de o sayfaları çabucak okuyabildim.

İsimleri ve yerleri çok fazla karıştırdım. Kim kimdi? Kadın mıydı, erkek miydi? Bir karakterden bazen ismiyle bazen de soyadıyla bahsediliyordu. Kitabın sonlarına doğru anca oturtmuştum düşünün artık. Bir de yabancı kelimelerin açıklamaları kitabın en arka sayfasında ki ''sözlük''te idi. Ve çok fazla yabancı kelime vardı. Sürekli arkaya bak arkaya bak aaaaa sinir oldum. En sonunda kelimelerin açıklamalarına bakmaktan vazgeçip, mantık yürütmeye çalıştım. :)

Bu kadar olumsuz konuştum ama kitabın muhteşem bir konusu var.Bazı gerçekleri tokat gibi yüzümüze, kafamıza vuruyor.

Bir kaç alıntı paylaşayım sizlerle. Bu alıntılar kitabın konusu hakkında daha iyi bilgi verir sizlere.Çok uzun süredir okuduğumdan ne yazacağımı bilemiyorum da affedin beni :)



''İnsanlar bana ne iş yaptığımı sorduklarında çığlıklar atarak kaçmak isterim.Kendimi açıklamak zorunda olmaya dayanamıyorum.'' syf/40


''... tüm çöpümüzü sonra nasıl temizleyeceğimizi bilmeden denize boşalttık. Atık suları ve kimyasalları sanki kendiliğinden yok olacakmış gibi denizlere ve ırmaklara akıttık.Radyoaktif maddeleri okyanuslara attık.Doğal kaynaklar ve canlı türleri kirlendi ve yok oldu.Hiç kimse durup da aradaki bağlantıların ne denli karmaşık olabileceğini düşünmedi.'' syf/112


''Eğer Doğa'yla uyum içinde yaşarsan, seni iyileştirir; onunla mücadele edersen, seni yok eder.Ama esas önemli nokta şu: Doğa'yı kontrol edemezsin o seni kontrol eder.'' syf/526


''Belki de eninde sonunda petri kabındaki bir deneyden ibaretiz..'  syf/707



Arka Kapak:
TOPLAM 21 DİLDE YAYIMLANAN VE TÜM DÜNYA'DA

3 MİLYONDAN FAZLA SATAN FENOMEN!

Peru sahilinde bir balıkçı kaybolur. Norveçli petrol arama uzmanları deniz tabanında yüzlerce kilometrekarelik alanın garip organizmalar tarafından işgal edildiğini keşfeder. Bu sırada İngiliz Kolombiyası sahili boyunca balinalar korkutucu bir değişim geçirir. Olayların birbirleriyle hiçbir alakası yok gibi görünmektedir. Ama tesadüflere inanmayan iki bilim adamı, bu durumun kaynağını araştırırken en korkunç kâbuslarıyla yüz yüze gelecektir.

"Sürü'yü okurken dünya yıkılsa fark etmeyeceksiniz." D/e Welt

"Satış rekorları kıran bir kitap... Tatil güneşi ne kadar sıcak olursa olsun tüyleriniz ürperecek... İyi eğlenceler. " Evening Standard

"Bu 800 nefes kesici sayfadan sonra denizlere çok farklı bir gözle bakacaksınız


Şah ve Sultan

Salı, Eylül 27, 2011

Esselamu aleykum,

Sevgili İskender Pala'nın Şah ve Sultan adlı eserini yıllık iznimde okumuştum, şuan elimde olan kitap sarkınca bunu bari yayınlayayım dedim, çok sıkıldım galiba yarım bırakıcam :r

Neyse kitaba dönelim. :) İskender Pala severlerin yine keyif alarak okuyacağı bir eser. Mezhepler arası farklılığı ve aşkı konu ediniyor. Anlatım şekli sürükleyici ve etkileyici bir kitap. Kardeş kavgasını, Anadolu'da bir dönem yaşananları aşk penceresinden olabildiğince anlatmaya çalışmış sevgili İskender Pala. Objektiflik konusunda da başarılı, özellikle kitabın sonlarında her iki kahramanın Türk kanı dökmek ve hristiyanlarla hiç savaşmamak gibi ortak özelliklerinin sıralandığı bölüm çok objektifti...
İki müslüman Türk ordusunda yer alan yabancıların, Türk kanı dökmesine isyan edilmesi de bu anlamda etkileyici. 
Aslında tarih romanlarını çok sevdiğim halde, bu kitapta tarih adına beklediğim tadı alamadığımı söyleyebilirim, konu daha çok aşk yönüyle ele alınmış ve benim beklentim bu yönde değildi. :) Ama bir İskender Pala sever olarak keyifle okudum ve elbette öneririm.

Altını çizdiklerimden birkaçı;

*Sevgi hissedilen bir şeydi, bunu biliyordum; ama bir heyecanın da adı olabilir miydi? Bir kişinin adını duyunca hissedilen bir heyecanın adı?!...

*Sevginin bitebilen bir şey olduğunu yahut gittikçe kuvvet ve güç kazanabildiği gibi zamanla zayıflayıp etkisizleştiğini o vakit kabul ettim. Sonra da yanılıyor muyum diye kendime sorup durdum. Belki de aşırı sevgi kıskançlığı, kıskançlık uzaklaştırmayı, uzaklaşma da azalmayı tetikliyordu. Doğan her şey gibi sevgi de belli bir ömrü yaşayıp tamamlıyor ve sonunda yok oluyordu.

*İnsan olmanın ayırt edici olan özelliği Allah'ı seven olmaktan çok Allah'ın sevdiği olmaktır.

*İnsanın zihnine takılan öfke gönüldeki sevgiyi örtüyor ve göstermez oluyordu.

*"Hamiş: Mektubunla birlikte bize bir tas içinde at pisliği göndermişsin. Buna karşılık sana bir kavanoz bal gönderdim. Ne de olsa herkes karşısındakine kendi yediğinden ikram eder!" :)

*Gururun sevgiyi öldürdüğünü söyleyenler haklı olabilirler miydi?

Ve bir başka arkadaşımın yorumu da burada.

Japon Ne Yapmış

Perşembe, Eylül 22, 2011

Merhabalar,

Japon Ne Yapmış Sevgili Onur Ataoğlu'nun ilk kitabı olan Japon Yapmış'ın devamı diyebiliriz. Yazarımız iş için gittiği Japonya'da 3 yıl içinde yaşadığı deneyimlerini kitaba aktarmış. Kitapta Japon'ların yeme-içmelerinden, ibadet anlayışlarına, iş yaşamındaki dürüstlüklerinden eğlence anlayışlarına, yabancılara karşı olan mesafeli ama samimi davranışlarına birçok konu hakkında fikir sahibi olabileceğiniz gibi, çok yerde de kahkaha atmaktan kendinizi alamayacaksınız. Kitap bence anti-depresan niyetine okunabilir, kitabı okurken ruh halinizin veya bulunduğunuz yerin tamamen dışına çıkıyorsunuz ve gözlerinizden yaş gelecek kadar gülmekten kendinizi alamıyorsunuz çoğu yerde. Her gün azar azar okunmalı ;)

Birçok kitap okudum şehirler-ülkeler hakkında bilgi içeren ama hiçbiri bu kitapta aldığım tadı vermiyordu, sıkılıyor ve muhakkak sonunu getiremiyordum. Ancak Onur Ataoğlu teorik bilgileri aktarırken bile mizahi yeteneğini öylesine güzel kullanmış ki hiç sıkılmadan bitiriyorsunuz kitabı, yüzünüzde kocaman bir gülümsemeyle. Bu kitap eğer Japonları ve Japonya'yı merak ediyorsanız merakınızı giderecek ve o çekik gözlü insanlara olan ön yargılarınız varsa da büyük ölçüde kırılmalara neden olacaktır. Diyorsanız ki "yok arkadaş benim Japonya'yla falan işim olmaz", sadece gülmek için bile bu kitap okunmaya değer. Ben istedim ki Onur Ataoğlu dünyayı dolaşsın, edindiği bilgileri de kitaplaştırarak bizim bilgi dağarcığımıza keyifle katkıda bulunsun.

Ve şimdi altını çizdiklerimden birkaçı;

*Yürüyüş ve doğa sporları için Tokyo dışına çıktığımda, karikatürlerdeki gibi UFO'sundan inmiş patlak gözlü yeşil uzaylı muamelesi görmeye devam ediyordum.

*Tam tarifini bilmesem de, muhtemelen çekirgeyi tatlı, kahverengi, yapışkan bir şerbete bulayıp kızartıyorlar. Siz bunu, büyük ihtimalle, çekirge şeklinde yapılmış bir şekerleme zannedip yiyorsunuz, ama gerçekte çekirgeyi mideye indiriyorsunuz.

*...1923 depreminden sonra Tokyo'daki Kosuga Hapishanesinde yaşanmış. Depremde birçok bina yıkılınca, hapishanede yatan 1000 civarında tutukluya, binanın güvenliğinden emin olununcaya kadar, geri dönmek kaydıyla dışarı çıkma izni verilmiş. süre dolduğunda mahkûmların kaçı hapishaneye tıpış tıpış dönmüş dersiniz? Hepsi!

Onur Ataoğlu'nun ilk kitabı Japon Yapmış'ın yorumu için buraya , blogu için buraya  ve twitter hesabı için buraya tıklayın.

Kitabı bana ulaştıran Çınar Yayıncılık'a ve Kadir bey'e teşekkürler...

Lâl

Salı, Eylül 20, 2011

Esselamu aleykum,

Ayşe Kara, daha önce okumadığım bir kalem olduğundan, üslubuna alışmam biraz zaman aldı. Olaylar çok akıcı ve ilgi çekici, fakat o kadar karmaşık hikayeler var ki, bu kimdi, nereden gelmişti, gibi sorular sürekli beyninizde dolaşıyor. Geniş bir ailenin her bir ferdinin ayrı ayrı hikayelerini okuyacaksınız, yazar da bu karmaşayı çözmenize yardımcı olmak için kitabın sonuna ailenin bir soy ağacını iliştirmeyi gerekli görmüş, ben bu ayrıntıyı kitabın sonunda fark ettim tabi :) ama sizler zorlandığınız noktada oradan yardım alabilirsiniz. Yazar kitabında tarihten birçok olaya ve kişiye yer vermiş, hepsi ayrı birer kitap konusu olabilecekken, bir arada toplanması yoruyor, toparlamakta zorlanabilirsiniz. Açıkçası ben pek sevmedim. Kitap ortaya karışık kıvamında olmuş, bazı bölümler havada asılı kalıyor ve kitabın sonunun da net bitmediği ve biraz daha üzerinde durulsaydı daha doyurucu bir son olabileceği kanaatindeyim. Ama Ayşe Kara bence geleceği çok parlak bir yazar  ve elbette bu kitabını da öneriyorum. Bir sonraki kitabını merakla bekliyorum. 

Birkaç alıntı;

*Bir erkek veya kadın anne babalarına başka, arkadaşlarına, kardeşlerine başka yüzler gösterir -birbirlerinin yanında elbiselerini soyundukları gibi- en gizli yüzlerini, tutkularını, saplantı taraflarını eşlerine gösterirlerdi.

*"İnsan yaşadıkça ona şanslı dememeli."  

*-İnsanı en büyük yanılgıya düşüren de kalbi oluyor galiba, dedi. Ve kimsenin yanılgısı da kimseye tecrübe olmuyor. 

*O günden bu yana kalplerini mühürlemişlerdi, aşk girmesin, kalplerini talan etmesin diye. Bilememişlerdi ki aşk zaten içerideydi. Fışkırıp çıkmak isteyecek, eline ayağına vurulu zincirlerle, güllerle habire dövüp duracaktı kalbin duvarlarını. 

Aynalar Koridorunda Aşk

Çarşamba, Eylül 14, 2011

Esselamu aleykum..

Sevgili Mustafa Ulusoy'un ismini sizde çok görüyorsunuzdur bu ara, bende merak ediyordum, yazı ve alıntılarını severek takip ediyordum ve nihayet kitaplarından birini okuma fırsatım oldu. Kitabın ismi sizi yanıltmasın, bu bir aşk romanı değil... yani bana göre.. :) Yazarımız bir psikiyatri uzmanı olduğundan kitap seans tadında ilerliyor. Şuan da kendimi terapisi bitmiş bir hasta gibi hissediyorum, dingin ve rahatlamış..Terapiden çıkmış gibi derken özünde sorunlu bir insan olduğum düşünülmesin :) sadece kitapla birlikte yer yer kendinizi de okuyorsunuz... 

Kitapta insan psikolojisi incelendiğinden, birbirine benzer yaşantılar, olaylar, yazarımıza benzer cümleler kurdurmuş, bu küçük ayrıntı sizi sıkabilir.. Yer yer yazarın psikolojik tespitleriyle, kendinize dönüp bakacağınızdan ve "demek ben bunu bu yüzden yapıyormuşum" diyeceğinizden eminim.. :) Düşünce ve duygulara bu kadar önem verilmesi etkileyici, belki de etrafınızda anlamlandıramadığınız insanları tanıyacaksınız.. Karakterlerin ismi renklerden oluşuyor(bu ayrıntıyı sevdim :) ). Bakalım size en yakın hangisi?..
Ve küçük alıntılarla bitireyim..

*Var olanın varlığını hissedemeyince bunun yokluktan farkı kalmıyordu...

*İnsanların sevmek gibi bir dertleri yoktu sanki. Sevilmek istiyorlardı sadece. Beyaz'ın da söylediği gibi, "Değerli olduğunu hissedemeyen bir insan gerçekten sevemez; daima sevilmek ister."

*Dr. Mavi'nin "Yaratıcının nasıl yardım edeceğini sen belirleyemezsin. O sana şefkatle davrandı. Yaratıcı imdadına öğretmenini yolladı. Öğretmenin sana sımsıkı sarılırken, O'nun rahmeti seni kuşatıyordu aslında. Sen kendi benliğinin biçimlendirdiği yardımı talep ediyor ve Yaratıcıya seçim hakkı tanımıyorsun" cevabı, Kırmızı'nın kafasını karıştırmıştı.

*Bazı insanlar başlarına olumsuz gibi görünen bir şey gelince hemen Yaratıcıya kızıyorlardı.

*İnsan varoluşun, hayatın, yaşamanın her türlü acısını kaldırabilecek güçteydi. Yaratıcı insana kaldıramayacağı bir hayat, dert, sıkıntı, acı, yük, varoluş vermiyordu. Acıları çekilmez, dayanılmaz hale getiren, insanın acılar karşısındaki tutumuydu.

*Eskiden bana annemin nasıl bir kadın olduğunu soranlara 'Zor, aksi, burnu büyük, bir şeyi beğenmeyen bir kadındı' derdim. Şimdi ise 'O benim annem' diyorum sadece.

*Genellikle bağışlamak deyince hep günahı bağışlamak akla gelir. Kökenine inilirse, bağışlamak belli nesnelere duyulan nefretten vazgeçmektir.

Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri

Perşembe, Eylül 08, 2011

Esselamu aleykum...



Tatilden önce başladığım ancak sonunu tatil esnasında getirdiğim kitap merhum Nihad Sâmi Banarlı'nın Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri adlı eseri... Sayın Banarlı'yı daha önce ne duymuş ne de okumuştum ve kendi adıma büyük kayıp olarak görüyorum, bu usta kalemi mutlaka okumalı ve kültür mirasından faydalanmalıyız diye düşünüyorum, tanışmama vesile olan'a teşekkür... 



Başlık kitabı tam yansıtıyor aslında, yazılar Nihad Sâmi Banarlı'nın gazetede yayınlanan makalelerinden alınmış. Kitap iki bölümden oluşuyor, ilk bölümde Osmanlı tarihini, atalarımızın muhteşem özelliklerini ve yer yer küçük alıntılar bulacaksınız. Gözleriniz dolacak, göğsünüz kabaracak ve kimlerin torunu olduğunuzu idrak ederek kendinizden utanacaksınız(affınıza sığınarak)... İkinci bölüm ise tasavvufla alakalı, Hz. Mevlana'ya Yunus Emre'ye ve daha nicelerine değinmiş üstad! Büyüklerin güzel düşünceleriyle güzelleşmenizi dilerim. Ben okurken bu kitabı herkes okusa ve hissetse dedim... Ama kimilerinin yüreğine dokunacak kimilerinin ise gözlerinin önünden kayıp gidecek maalesef... Tüm kitaplarını okumak ve istifade etmek ümidiyle... Birkaç alıntı yapayım sizler için;





*Trabzon fethi yolunda:"Garazımız kal'a fethetmek değildir. Bu zahmet din yolundadır. Zîrâ bizim elimizde İslâm kılıcı vardır. Eğer bu zahmeti ihtiyâr etmezsek, bize gazi demek yalan olur." diyen Fâtih, kendisini haklı olarak, yeryüzünde, İslâmın hak ve adalet prensiplerini yaymağa memur ediyordu...


*Vaktiyle Üçüncü Napoleon Bonaparte, Türk Sadrâzâmı Fuat Paşa'ya sormuştu:
-Girid'i bize satar mısınız?
-Hayhay satalım.
-Kaça verirsiniz?
-Aldığımız fiyata.
Aldığımız fiyat müthişti: On binlerce Türk şehidi... Uzun süren bir savaş ve Hanya ve Kandiye zaferleri...
Bize böyle fiyat verecekler yaratılmadan Türk'ten vatan alınmayacağını, dünya, zaten bilirdi.

*...Süleyman Nazif ise bu oyunu daha o zamandan keşfetmiş gibi bir hassasiyetle:
"-Irkına, vatanına, târihine ihanet etmiş olan ferdlerden ve kavimlerden hiçbirini unutma Türkoğlu!.. Unutma ve affetme..." öğüdünü veriyordu.


*Yine Amerikalı Profesör Rufi'yi hatırlıyorum. Demişti ki: "Siz, târihte defalarca muvaffak olmuş bir milletsiniz. Bize veya başkalarına imrenmek nenize? Biz, yeni bir millet olduğumuz için târihte muvaffak olmuş milletlerin sırlarını araştırır, bulduğumuzu ve uygun gördüğümüzü asrımıza tatbik ederiz. Sizden de aldığımız kıymetler vardır. Eğer ilerlemek istiyorsanız, muvaffak olduğunuz asırlarda hangi meziyetlerinizle, hangi usûl ve teşkilâtınızla kazandınız? Bunları araştırınız. Bulduklarınızı modernize ediniz. Kendi millî ve denenmiş temellerinizin üzerinde yükseliniz."

*Bir duâsına:


"Yârâb hemîşe lütfunu et rehnümâ bana

Gösterme ol tarîkı ki yetmez sana bana."



"Allahım! Her zaman lütfunun aydınlığını bana yol gösterici et! Ucu sana ulaşmayan yolu bana gösterme." mısrâlarıyla başlayan Fuzûlî'nin Allah'a seslenişleri sıcak ve devamlıdır.

Onur Ataoğlu - Japon Yapmış

Pazartesi, Eylül 05, 2011

Ne zamandır bir kitabı okurken kahkahalar atmamıştım. O kadar yi geldi ki bu kitap bana. Bitmesini istemedim.

Kahkahalar attım derken abartmadım. Okurken sürekli güldüğüm için kocam hep neye güldüğümü merak ediyordu. Ben de güldüğüm yerleri ona okuyordum. Birlikte okuduk desem yeridir :)

Arkadaşım Büşra dolayısı ile zaman zaman Uzak Doğu esintileri yaşarım. Japon dizileri , Kore dizileri/ filmleri izlerim peşpeşe. Kendimi adeta Uzak Doğu'ya boğarım.E tahmin etmişsinizdir artık bu kitabı okumam için bana Büşra'nın verdiğini. Zaten bana önerdiği her şeyi gözü kapalı beğenirim :)

Yazarımıza değinecek olursam kitaptan arakladıklarımı yazabilirim :) Onur Ataoğlu iş dolayısı ile Japonya'ya adımını atıyor ve sürekli gözlemliyor. Notlar alıyor ve sonunda bu eğlenceli kitap ortaya çıkıyor.

Japonya'ya gitmeden Japonya turu yapmak isterseniz bu kitabı okumanız yeter :) Günlük yaşamları, tarihleri, sanatları, alfabeleri, Japonya'da kadının yeri hakkında doyurucu bilgilere sahip oluyoruz. Sadece ne yedikleri, ne içtikleri hakkında fazla bilgi yoktu. Genellikle ''ıyyy onlar ne bulursa yiyorlar köpek, böcek ıyyy'' gibi cümleler duyduğumuz için gözüm yiyecek/içecek ile ilgili bir bölüm aramadı değil.

Okuduğu kitabın satırlarını çizmeyi sevenler bu kitabı bol bol çizeceksiniz benden söylemesi. İnsanın çizesi geliyor :) Hatta Büşra'ya ''beğendiğim yerler olursa çizeyim mi?'' diye sordum. O da bana '' çizebilecek yer bulursan çiz'' dedi. Haklıydı. Maşallah baştan sona çizmiş neredeyse.

Hem Büşra'nın hem de benim çizdiğim satırların bazılarını paylaşmak istiyorum;

''Japonya, başta dediğim gibi, zorlu ve kendine has şartları yüzünden, belki de o şartlar sayesinde Japonya oldu'' ( Sayfa 21) ''Büşra''

''Japonlar dürüst davranırken bunun bir erdem olduğunu bile düşünmezler; dürüstlük zaten normal olan davranış biçimidir.'' (sayfa 26) ''Gizem''

''Kitle psikolojisi anlaşılmaz bir olgu; on binlerce munis insan bir ordu bayrağı altında toplanıp üzerlerine üniforma geçirilince benliklerinden bu derece mi sıyrılabiliyor, bu derece mi vahşileşebiliyor'' ( sayfa66) ''Gizem''

Tamam! Yeter bu kadar. :)

Onur Ataoğlu'nun dediğim gibi son derece komik bir uslubu var. Japonlar arasında geçebilecek diyalogları  bize uyarlayarak yazmış. Ve tadından yenmez bir hal almış :)

Kitabı bitirdiğinizde Japonlar'a hayran olmamanız mümkün değil. Bir kere sadece sabırları bile saygı duyulmayı sonuna kadar hak ediyor.

Daha fazla yazasım var ama bilerek yazmıyorum. En iyisi siz bu kitabı alıp okuyun, bana dua edin :)

Son olarak; Japon yapmış abi!

Yazarın twitter hesabı : http://twitter.com/#!/JaponYapmis
Blogu : http://www.onurataoglu.blogspot.com/

Arka Kapak:
Dünya üzerinde Türkçeden başka hiçbir dilde, hatta Japonca’da bile “Japon yapmış” kadar Japonya’yı ve Japonları açıklayabilecek kısalıkta ve kudrette bir deyiş yoktur. Halkımız bilmeden veya bilerek, Japonlara özgü Zen Budizminin sade ve derin felsefesi ile uyumlu bir özdeyiş üretmiştir. Bu özdeyiş, Japonya’ya ve Japon halkına bakışımızı özetler; hayran olma, takdir etme, imrenme, taraf tutma, destekleme, hayıflanma, iç çekme, özeleştiri, kıskanma ve bazen motive olma! Japon ne yapmıştır, nasıl yapmıştır, niye yapmıştır, pek bilinmez; ama yapmıştır işte!

Onur Ataoğlu, Japon yaratılış efsanelerinden Budizme, Japonya tarihinden modern günlük hayata, samuray ve geyşalardan manga ve haikulara uzanan geniş bir yelpazede Japonun neler yaptığını anlatıyor… Üstelik hem düşündüren hem de eğlendiren bir dilde…
 




Filler İçin Su

Perşembe, Eylül 01, 2011


Merak ediyordum etmesine ama okumak yoktu aklımda.
Birden karşıma çıktı. Oku beni dedi sanki. Kıramadım.
Bırakamadım elimden, okuyalım bakalım, dedim.
Stephen King de, okuyun, diyordu ve ben Stephen King de seviyordum.

Yaşadığı ani kayıpla hayatı bir anda değişen Jakob (nedense jacob diye değil jakob diye yazılmış) doksanlı yaşlarından yirmili yaşlarına bakıp olayları bir günümüzden bir geçmişten anlatmasıyla gelişen olaylardan oluşuyor kitap.

Çok tatlı. Çok içten.
Güzel, akıcı, okunulası kitaplardan.
Sadece anlattığı her şeyi canlandıramadığım için bile izleyebilirim filmi.

Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek



Çok sevildiğinden, çok tavsiye edildiğinden, çok hevesle okumaya başlamıştım.
Heves kursağımda kaldı ama ben inatla okumaya devam ettim.
Ama bir yere kadar! Kitabı yarılasam da, tamamlayamadım.
Bundan ötürü gurur duymuyorum elbette ama, arka kapak şekerliğini tadamadım ben kitabı okurken ya..
Beklentimde yüksekti belki.

70'li yıllarda çocuk olmayı anlatmış kitabında Ayfer Tunç.
Ama anı kitabı değil.
Oyunları anlatmış mesela, ansiklopedik bilgi verir gibi.
Oyunların çoğunu biliyordum, bilmeseydim anlattıklarından bir şey anlamazdım diye düşünüyordum okurken. Hakikaten bilmediklerimden birşey anlamadım :)

Sıradan buldum ben, anlatımda bir tatlılık göremedim açıkçası.
Belki de annem zaten olabilecek en güzel şekilde anlattığındandır.